Cuma, Temmuz 25, 2014
İki kişinin bildiği sır
-Bugün tontalağımın yaz okulunun son günü. 5 hafta göz açıp kapanıncaya kadar geçti. Sanki dün gibiydi servis sorununu kafaya takmam. Dertleniyoruz bazen boşuna. Kredileri boş yere harcıyoruz çokça. İşte ne oldu hayırlısı ile çocuğum gitti geldi. Hep kendime anlatmaya çalışıyorum Ayla bulunur bir yolu, bulunmuyorsa da demek böyle olması gerekirdi. Neyse bir şekilde halledildi. 5 hafta. Zaman bir su misali.
- Tontalak sır saklayamaz derdim hep. Demeyeceksin arkadaş ben şu kişiyi iyi tanırım diye.Hatta çocuğun olsa bile.Böyle yazınca bir anı geldi aklıma. Annemle oturuyoruz bir gün konu babam. 40 yıllık kocamı tanıdığımı zannediyorum ama Ayla hiç bilmediğim huylar çıkıyor bazen karşıma. Belki bilmediği değil de mutasyona uğramış bir huy. Mümkün mü? dünya dönerken insan denen varlığın hep aynı kalması. Belki de bazen huyları da, davranışları da değiştiren çıkar dünyası. Nasıl mı? Şöyle ki..
Tontalak ile dede anlaşma yapmış. Aslında anlaşma demeyelim de tontalak dedesini tehdit ederek istediğini elde etmiş. Burası cepte.
Bir gün zırr telefon arayan babaanne.Havadan sudan konuştuktan sonra daldı konuya. Eray dedesine sabahları bana abur cubur alırsan yaz okuluna ağlamadan giderim demiş.Malum sabah dede bırakıyor Eray'ı. Her sabah ama her sabah benzinciye girip istediği abur cuburu almış bizim tontalak.Bu durum ne zamandır devam ediyormuş peki diye sordum.2-3 haftadır devam ediyormuş meğer. Şaşırdım Eray'ın sır saklama performansına. Hatta bir ara ayakta alkışlamak istedim çocuğumu. Meğer benim sır saklayamaz dediğim oğlum çok güzel sır saklıyormuş. Eve gittiğimde işitti azarı benden o ayrı. Yok sır sakladığı için değil dedesini tehdit ettiği için.
Sonrası malum.Tontalak sırrımızı açık ettin diye dedesine küstü ama ne küsme.Dede babaanneye Ayla'ya söyleme demiştim sana diye babaanneye küstü, ben bu çocuk öğlen okulda neden yemek yemiyor diye kafa patlattığım günler için dedeye küstüm (Küstüm demeyelim de eee aşk olsun baba dedim). Küçük bir sırın bir aileye yaptığına bak . Ha bu arada şu söz de bu olayla birlikte doğruluğu bir kez daha kanıtlandı. İki kişinin bildiği sır, sır değildir.
-Dün ile birlikte bu işte dolu dolu dört ayımı bitirdim. Durumlar nasıl diye sorarsanız. İnsanın olduğu yerde ne kadar iyi olunabiliyorsa o kadar iyi işte.
-Dün mesaj attı Erol. Bu akşam benimle film izler misin? Ramazan o kadar yorucu geçiyor ki evde ne film izleyebiliyoruz ne de kitap okuyabiliyoruz. Adam özledi haliyle. Aslında o kadar uykum vardı ki yine de başka zaman demedim. Eve gelmemiz 22.30. El ayak yıka, üst değiştir, film seç-oynat derken 23.00. Gözlerimi zor açıyorum. Film de öyle kasvetli ve ağır ki bana hiç yardımcı olmuyor.Uykuya teslim olmayayım diye resmen üstün bir çaba harcıyorum sebep bizim bey heves etmiş hevesi kursağında kalmasın.Uzun süre sessizlik olunca bir baktım ki Erol beyler uyumuş. Sahur da yani 03.00 de kalkınca uyumuşum yarın akşam seyrederiz olur mu demez mi? Derim ki papaz bir kere pilav yer.
-Bu akşam iftar için annem patlıcan oturtma, pilav, çorba cacık yapacaktı. Allah razı olsun ondan. Patlıcan oturtmayı yapmış sadece akşama fırına vermesi kaldı. Çorbayı da sabah serinliğine sabahtan yapmış. Azcık dinleneyim şuraya uzanayım derken zırrr telefon hem de bu saatte. Arayan bir akraba. Akşama size iftara geleceğiz demiş. Bu arada müsait misiniz lafı addaaaa gitmiş. Annem tabi gelin buyrun dedikten sonra menüde olması gereken şeyi de söylemiş. Canı balık istiyormuş. Kulaklarıma inanamadım. Bir çok şey artık dejenere oldu. Benim küçüklüğümde misafir dediğin umduğunu değil bulduğunu yerdi.
-Birazdan tontalak işyerime ziyarete gelecek. İş çıkışı parka götürürüm dedim. O yüzden işleri toplamam lazım.Ha unutmadan barış ve huzur dolu bayramlar herkese ama herkese. Umudum pek olmasa da ne diyeyim umut fakirin ekmeği.
Çarşamba, Temmuz 23, 2014
Varmış annecim gerçekten varmış
Arabada seyir halindeyiz. Dışarının kasvetli havası bizim ruhumuza da sirayet etmiş olmalı. Kimseden çıt çıkmıyor, ortam çok sessiz. Ay pardon sessizliği radyoda çalan bir şarkı bozuyor tek. Tontalakta bende camdan dışarıyı seyrediyoruz. Dalmışım uzun, geniş ve bir türlü bitmeyen yola.
Tontalağın sesiyle döndüm ortama. Aaaaa annecim gökkuşağı gördüm, gerçekten gördüm annecim, gerçekten gördüm annecim bakkkk dedi. O kadar heyecanlandı ki. Lütfen anne fotoğrafını çeker misin? dedi. Oğlumu mu kıracağım seyir halinde çektim bir poz rengarenk güzelliği.
Çektim çekmesine de niye bu kadar heyecanlandığını anlamıyorum bu arada. Hepi topu gökkuşağı sonuçta.Gökkuşağı gördüğün için bu kadar mutlu olacağını tahmin etmezdim dedim. Annecim beni kandırıyorsunuz zannediyordum hep, gökkuşağı diye bir şey olmadığını düşünüyordum ama varmış annecim gerçekten varmış, varmış dedi coşkuyla.
Arabada seyir halindeyiz. Dışarıdaki gökkuşağının rengi o an bizim ruhumuzu da sirayet etti.
Not: Oğlum ilk defa gökkuşağı gördü : 19/07/2014
Hissiyat: Anlatılamaz, tarif edilemez bir coşku
Pazartesi, Temmuz 21, 2014
12.Seri
Öncelikle şunu belirteyim çok kötü bir organizasyondu. Veliler yandı kavruldu. Erol söylendi durdu. Tam üç saat sürdü. Eray sondan bir önceki yani 12. seride yüzdü. Çocuğumun şansızlığına bak. Çok bekledi, çok sıkıldı. Kayıtlı çok öğrenci olmasından sebep bence. Bu kadar çok öğrencisi olduğunu bilmiyordum ya neyse.
Program tüm öğrencilerin toplu yürüyüşü ile başladı. Sonra İstiklal marşı. Dans gösterisinden sonra yüzme gösterileri. Unutmadan yazayım herkesin birinci olduğu bir yarışma bu.
Arabadayken beklentiyi yüksek tutmamamız için mi bilmem 'annecim önemli olan kazanmak değil, önemli olan elinden geldiğini yapmak, cesaretini göstermektir dedi. Haklıydı. Bizim ondan bu konuda böyle bir beklentimiz yoktu. Yaz okulunda güzel vakit geçirsin yeter.
Her seride 15-20 öğrenci vardı. Ve 5 'er kişilik gruplar halinde yüzdüler anlayın yani sıranın tontalağa ne kadar geç geldiğini. Start düdüğü ile atladı suya sonra başladı yüzmeye. Şu yönüyle güzeldi. Her kulvarda bir hoca vardı ne olur ne olmaz diye. Eray bir süre sonra yorulunca o köpüğün adı ne bilmiyorum ondan verip devam etti zorda olsa yüzmeye.
Arabadayken beklentiyi yüksek tutmamamız için mi bilmem 'annecim önemli olan kazanmak değil, önemli olan elinden geldiğini yapmak, cesaretini göstermektir dedi. Haklıydı. Bizim ondan bu konuda böyle bir beklentimiz yoktu. Yaz okulunda güzel vakit geçirsin yeter.
Her seride 15-20 öğrenci vardı. Ve 5 'er kişilik gruplar halinde yüzdüler anlayın yani sıranın tontalağa ne kadar geç geldiğini. Start düdüğü ile atladı suya sonra başladı yüzmeye. Şu yönüyle güzeldi. Her kulvarda bir hoca vardı ne olur ne olmaz diye. Eray bir süre sonra yorulunca o köpüğün adı ne bilmiyorum ondan verip devam etti zorda olsa yüzmeye.
Ve varış çizgisi
Ve ödül töreninde madalyasını alır
Allah daha nice nice güzel günlerini göstermeyi nasip eder inşallah bizlere.
İlk yüzme yarışması-gösterisi 18/07/2014
Yer: TSYD
Cuma, Temmuz 18, 2014
Levha
Her Ramazan aile geleneğidir orada yemek yemek. Hep annemler bizi davet ederdi dün akşam biz davet ettik. Ortaköy'de trafiğe kapalı sokakta bir kebapçı. Herkes masasını, sandalyesini atıyor dışarıya, yemekler öyle yeniliyor. Eray'da biz de rahat ediyoruz gittiğimizde.
Eray o saate kadar aç kalamadığı için anneannesi yedirmiş önden o yüzden orada yemedi. Sokakta gözümüzün önünde kedilerin peşindeydi. Koştu oynadı. Bir ara ıpadi eline aldı. Ama o da ne arka masada minicik bir bebek var ve ağlıyor. Küçük beyin başı ağrıdı ve bombayı patlattı.
-Annecim neden bebek giremez levhası asmamışlar buraya
Şaşırdım önce. Sonra anlattım. Anlayış göstermesini aynı yollardan bizlerin de geçtiğini söyledim. Dinledi sadece. İtiraz gelmiyorsa eğer kafasına yattı demektir.
Yemekten sonra doğru dondurmacıya. Bu sefer tontalağın gönlünü yapmaca. Dondurmayı yerken annecim beni çeker misin dedi. Tabii fotoğrafını çekerim dedim. Annecim dondurma ile arkadaş mışım gibi çek ama dedi. Arkadaş da ne demek. Bence aralarındaki hikaye bir aşk.
Baba-oğul fotoğrafını çok sevdim ben. Hep söyledim hep söyleyeceğim benim hikayem de onlar.
Perşembe, Temmuz 17, 2014
18 no'lu masa
Babamla-Küçüksu Kasrı- 16/07/2014 |
Dün akşam şirket yemeği vardı Küçüksu Kasrında. Gidip gitmeme konusunda tereddütlü olduğum için son anda yazdırdım ismimi. Sebep tontalağımın düzeni bozulmasın. Annem sen git gece bizde kalır, uykusuz kalmaz dediğinde karar verdim gitmeye.
Kabataş'tan vapur kalktı.Bir saatten fazla boğaz turu yapıldı. Püfür püfür esen rüzgar eşliğinde selfieler de güzel gitti.
Bir oturma düzeni oluşturmuşlar. Listeye baktım 18 no'lu masadayım. Şans bu ya babamla aynı masaya denk düştük. Evlendiğimden beri ilk defa farklı soyadı olmamızın yararını gördüm. Normalde soyadımızın da kütüğümüzün de farklı olmasını içerlerim. Neredeyse 10 sene bitecek bu duygu galiba bende hep varlığını sürdürecek.
Sonra insanlara sırtımı denize yüzümü dönerek yemeğimi yedim.
Çarşamba, Temmuz 16, 2014
Arka Bahçe
Bu aralar arka bahçede takılıyoruz Nuran abla ile. Çünkü en çok orası esiyor. Hatta bazen öyle esiyor ki incecik bir şal alıyorum omuzlarıma.
Öğlen yemeği yeme derdi de yok dolu dolu bir saat bizim. Ben kitabımı alıyorum elime kurguya giriyorum püfür püfür rüzgar eşliğinde. Nuran abla da çiftliğinde yumurtalarını topluyor, tereyağ-ekmek yapıyor, ekiyor, biçiyor sonra satıyor. Bir de gemi almış kendine. Topladığı ürünleri gemi ile satmaya yollarsa daha çok kar ediyormuş. Bir öğlen böyle yuvarlanıp gidiyoruz işte.
Ah bir de sallanan sandalyem olsaydı o sandalye yerine..
Salı, Temmuz 15, 2014
Özetler, özetler, özetler
-Cuma akşamı hem anneme hem Eray'a değişiklik olsun diye iftardan sonra Ortaköy sahiline inelim dedik. Nasılsa çok yakın. Gittiğimizde sahilde Beşiktaş Belediyesinin Ramazan Etkinliği vardı. Sahnede Hacivat ile Karagöz. Lakin sonuna yetişmişiz. Eray biraz üzüldü çünkü o oyunu çok seviyordu.
-Oyunundan sonra sunucu anons yaptı. Kantonun kraliçesi, çıtı pıtı bilin bakalım kim? Ablam da demez mi aaa Nuran Damcıoğlu çıkacak yaşasın. Güldüm.Tabi ki başka biri çıktı, Nuran Damcıoğlu'nun orada ne işi var. Üzülme sırası teyzeye geçti.
-Dayanamadı babasının omzundan indi sahneye yakın bir yere geçti biz tabii takipte. Çünkü meydan çok kalabalıktı. En büyük korkumdan biridir.Yani kalabalıklar.Ruhumu daraltır. Tontalak cephesinde her şey normal tabii. Biraz daha seyretti sonra müziğin ritmine kendini kaptırdı.
-Ramazan etkinliği bitince sahildeki parkta tontalak biraz oynadı. Her hafta yazıyorum galiba bir çocuğu mutlu etmek ne kadar kolay. Parkta mutluluğu görülmeye şayandı.
- Cafe'ye gidip oturduk. Çay da ne iyi geldi. Beyefendinin sıcak çikolatası çok sıcak gelince biraz arızaya bağladı. Her hafta yazıyorum galiba keşke bir çocuğun mutluluğunu sürdürmek de kolay olsaydı:)
-Eve dönüş vakti gelince her zaman ki gibi Eray gitmem diye ağladı. Sahilde ciddi bir konuşma yaptım kendileriyle.Eşref saatin de olduğu için mi? yoksa çok iyi bir konuşmacı olduğum için mi? bilinmez dediklerimi anladı.
-Geç yattı ya cumartesi sabah uyuruz demiştim 07.30 da ayaktaydı. Buna da şükür en azından 06.30 kalkmadı.
- Biraz eve el attım. İşte bilindik şeyler. Toz al, süpür, banyo temizle...
-Erol çalıştığı için tontalak ile Cevahire çıktık. Malum yüzme gözlüğü alınacaktı. Eee oyuncakçıya uğramadan olmaz. Orada gördüğü Dilsiz'e yapıştı. Hiç ejderhası yoktu mecbur aldık. Tontalağın gönlünü yaptık. Ya benim gönlüm.
-D&R uğradık. Tontalak sürekli hareket halinde olduğu için kitaplara bakamadım. Peşindeyim malum kalabalıklar. Bir genç çıktı birden işte kahraman diye ben bunlara derim. Gördü halimi üzüldü zannımca. Tontalağın elindeki ejderhayı görünce filmine gittin mi? diye bir soru sorarak sohbetin fitilini ateşledi. Oooo tontalağın bu konuda anlatacağı çok şey var. Anlattıkça anlattı. Bende hemencecik kitaplara baktım.
-Aklımda Garange kitabı almak vardı ama Verdon dürttü beni.Bak yeni kitabım çıktı dedi ve ben kandım.
-Yine yollara düştük. Erol'un amcasına iftara davetliydik. Çocuklar oynar diye biraz erken gittik. Eray o günü iple çekti haftayı bitiremedi. Ama tuhaf bir şey oldu. Her zaman çok iyi anlaşan çocuklarda o gün elektrik tutmadı.
-Pazar sabahı tontalağımın canı çift kaşarlı salamlı yumurtalı ekmek çekmiş. Yapalım mı dedi. Yapmam mı dedim. Sütü, yumurtayı, yağı Eray çırptı. Kes-yapıştır-pişir işini de ben yaptım. Tam iki buçuk tane yedi. Yanında süt eşliğinde. Küçük bey kahvaltısını ederken azıcık koltuğa uzandım. İstediği şey olunca nasıl da mırın kırın etmeden kendi yiyor.
- Üç makine çamaşır yıkadım. Teras o kadar sıcaktı ki güneş gözlüğü-şapka ile çamaşır astım. Erol güldü halime. As, iki saatte kurusun, topla, yıkananları tekrar as, topla tekrar as manyağa döndüm. Başımın belası ütü yine çok uzun sürdü.
-Saat 17.00 den sonra baba-oğul Beykoz diye tutturdu. Belim-ayaklarım kısaca vücudumun hemen hemen hepsi bu teklifi geri çevirdi. Gel gör ki kalbim yine dayanamadı. Yollara düştük.
-Eray selam vermeden daha daldı bahçeye. Çamur yaptı yine her yerini.. Olsun kirlenmek güzeldir. Yaşadığını hissedersin.
-Kayınvalidemleri de aldık iftar için Çekmeköy taraflarında Yeşil Vadi diye bir yere gittik. Tontalak parkta oynadı. Kazların, tavukların peşinde koştu. Bu çocuk bu konuda tam benim zıttım. Benim küçüklüğüm hayvanlardan tırsarak geçerdi. Tontalak pazar gününden sonra evde kaz beslemeye karar verdi.
-Bir ara annemlere de dışarıda iftar vermemiz lazım. Ahhh eskiden ne çok kurardım iftar sofraları, ne güzel olurdu hazırlıklar. Yorucu evet lakin huzurlu. Ama bu sene halim yok:(
İşte böyle bir hafta sonunun daha sonuna geldik demeden önce Eray'ın kaz beslemek dışında kabul edilebilir (!) diğer istediğini de yazmadan geçmeyeyim.
Babacım arabamızı satıp Ferrari alamaz mıyız?
Beşiktaş Belediyesi Ramazan Etkinliği- 11/07/2014
Beltaş Cafe -11/07/2014
Yeşil Vadi de yemek -13/07/2014
Pazartesi, Temmuz 14, 2014
O kadar da demedik
13/07/2014 Yeşil Vadide iftardayken |
-Torunum yaşlanınca bana bakacak mısın?
-Evet
-Peki büyüyünce sende benim yemek paralarımı verecek misin?
- o kadar da demedik.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Cuma akşamı Ortaköy de yemek sonrası cafeye gittiğimizde sıcak çikolata ister bu sıcakta. Kahve dünyası ve Starbucks gibi yerlerde çocuk sıcak çikolatası ılık gelir, sahilde ise sıcak çikolata çok sıcak geldiğinde tepkisi;
-bir daha gelmem buraya ne biçim bir yer burası.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Cumartesi babasının amcasına iftara gittik. Gitmeden alışveriş merkezinde elma şekeri diye tutturdu o zaman Enes'e de alalım canı çeker çocuğun dediğimde;
-Elif abla ile Furkan abiye almayacak mıyız?
-Onlar büyük ihtimalle oruçludur
-Oruçlu değillerse bakkkk ben karışmam ama
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------
İki taraftan da tek torun olunca herkes aynı soruyu sorar. Büyüyünce bize bakacak mısın? kapımızı açacak mısın? Anneanne, dedeler, babaanne ve teyze. En son teyze sorar ve tontalak kayışları sıyırır.
-Eray'cım büyüyünce bana bakacak mısın?
-annem bakarrrr
-Ama annen de yaşlı olacak, benim çocuğum yok, bana bakacak mısın?
-Teyze hangi birinize bakayım.
To be continued...
Cuma, Temmuz 11, 2014
Halil İbrahim bereketi
Annemin arayıp iftarımızı parkta mı yapsak demesiyle başladı her şey.
İftar için hiç uğraşma dedim. O da çok yorgun. Izgara yapılacaktı zaten yanına bir çorba, salata yeter dedim. Babam bize bize oluruz on kişiyi geçmez sayımız demiş gel de inan.
Ev ahalisini alıp 19.00 gibi parka geçtik. Eray babasıyla çocuk parkına geçti. Yürürken de sürekli babasına baksana babacım ne güzel bir duuua(doğa) değil mi diye sordu? Havayı içine çekti. Gerçekten çok seviyor tabiat ile iç içe olmayı.
20.00 doğru babam 12 kişi falanız dedi. Çağırmış iki arkadaşı. Annem rahat babamın huyunu bildiği için bol bol yapmış çorbayı, salatayı. Eray evden çıkmadan makarna istediği için ona yaparken dur fazla yapayım belki yiyen olur demiş. Babam da yaa ne makarnası dedi burun kıvırdı.
Ablamın arkadaşı da vardı püfür püfür rüzgar eşliğinde sohbet güzel. Sonra babam birileriyle konuşuyor. Aaaa olur mu buyrun soframıza ,hiç bir yer aramayın bundan güzel lokanta mı olur dedi. Ben müşterisi zannettim. Bayanı bizim yanımıza getirdi, erkek olanda babamların masasına geçti. Sayımız oldu 14.
Kadınla tanıştık. Doğu Türkmenistan Uygur Türklerinden. 22 yıl önce yerleşmiş buraya. Kadın hala şaşkın. Siz babamla tanışmıyor musunuz dedim laf arasında.Yooo şimdi gördük, acaba burada nerede iftarımızı açarız, yakında lokanta var mı diye sorduk bizi buraya getirdi dedi. Kadın şaşkın ben alışık olduğum için haa babam öyledir dedim.
Nasıl da pozitif bir insan. Ben kederimi yaşıyorum buna çok inanıyorum buraya gelmek sizinle tanışmak ve sizinle yemek yemek içinmiş dedi. Gülümsedi. Yüz ifadesi şaşkınlıktan mutluluğa döndü. Sonra konu konuyu açtı.
Eşi kanserden ölünce başlamış iki çocuğu ile mücadeleye. Çince çevirmenlik yapıyor, okul servisinde hosteslik yapıp, bakım ürünleri satıyor. Eee iki çocuk okutmak kolay değil. Ablam sordu aileniz Çindeymiş oraya tekrar gitmeyi düşünüyor musunuz? Hiç düşünmedim 22 yıldır buradayım artık burası benim memleketim, tatillerde oraya gittiğimde sudan çıkmış balığa dönüyorum dedi. Sohbeti o kadar tatlı biri ki, tanıdığıma çok sevindim.
İftar yaklaşınca annem yanımıza gelip Ayla ne yapacağız erkekler çok kalabalıklaştı sayı oldu 21 dedi. İftara 10 dakika var.Ben gülüyorum. Babamla işimiz o parkın içinde olunca işten geç çıkan tanıdıkları görmüş onları da çağırmış masaya. Babam benim böyledir.
Başladık yemeğe. Bizim masamızda artı her şey. Erkeklerin iki masasında her şey silip süpürülmüş sadece biraz balık artmış. Ama yetmiş, her şey fazlasıyla yetmiş. O kadar kişiye nasıl yetti diye düşünsem de galiba Halil İbrahim bereketi uğramıştı o akşam soframıza.
Haa makarna mı babamın burun kıvırdığı makarnadan yemek sonunda haber alınamadı.
Akşama ait hissiyat: Değişik, hoş ve huzurlu bir akşamdı
Perşembe, Temmuz 10, 2014
Şekerleyememe
Bugün tek bir kağıdı şuradan şuraya kaldır deseler halim yok. Bir kağıdın ağırlığı ne olabilir ki. Kağıdı oradan buraya kaldırmak değil sorun ,asıl sorun kolunu kaldırmakta yiğen diye dayıya bağlarmışım konuyu. Yok bağlamayacağım ona da halim yok.
Sanki evren bu halimi gördü hatta halimi ilk defa gördü sabahtan beri sistem yok. Dünya kadar iş varken biz de durumlar yatış. Ay yarın vaziyetim ne olacak dedim sonra sustum. Evren ilk defa beni görmüş yarını ne düşüneceğim yarını yarın düşünürüm diyerek an'ı yaşıyorum. Nankörlük etmeye hiç niyetim yok .
Öğle tatilinde ilk defa ne çevreyi keşfe çıktım ne de kitap okudum. Esnemekten ağzım kulaklarıma varınca karar verdim. 12.30 da hazırlıklara başladım. Sehpayı kenara çektim. İki koltuğu birleştirdim. Koltuklar gözüme pek bir pis gelince şalımı yastık yaptım. Kapıyı kilitledim.13.25 saati kurdum. Ayakkabılarımı çıkarıp kıvırılıp yattım. İyi ki de boyum kısaymış dedim. Bak bu da bir ilk.
Şekerleme yapabileceğimi düşünmekle ne kadar aptallık etmişim. Kafamı koyar koymaz annem aradı. Annemin farklı güçleri olduğuna inanıyorum artık. Nasıl anlıyor ayağımı uzattığımı, sırtımı bir yere yasladığımı, kafamı dayadığımı.. Akşam parkta mı iftiramızı açsak diye soruyor, Eray'a da değişiklik olur parkta oynar dedi. Sen bilirsin dedim lafı uzatmaya da zamandan çalmaya da niyetim yok.
Tekrar kıvrıldım inanmak istemiyorum ama telefon çalıyor. Açtım. Arayan Ankara'da eğitimde olan şefim. İşleri aktardım bir 5-10 dakika.
Daha kim arayabilir ki ohh diyerek yattım. Yine çaldı meret. Arayan kayınvalidem Eray gözlüğünü kaybetmiş öyle mi? baban dedi dedi. Eray'dan bahsettik bir süre. Bu arada acilen yüzme için gözlük almam lazım.
Tekrar uzandım. Bu sefer whatsapp faaliyete geçti. Gönderen Erol.Hiç ses çıkarmadım. Çünkü bu muhabbet uzar gider.
Yok telefonu kapasam çocuğum okulda bırak kapamayı sesini kısmayı bile düşünemem. Ya bana ulaşamazlarsa. Gözlerimi kapadım. Nasıl da yorgunum. Nasıl da uykusuzum. Gözlerim ağırlaştı. Uyku ile uyanıklık arasında çaldı yine.Arayan ablam. Kaç aydır gelmedi buraya demez mi güvenliğin oradayım neredesin nereye geleyim:)
Saate baktım 13.18. Bir uyutmadılar beni. Kalktım gerisin geriye ayakkabıları giy,koltukları eski haline getir, kapıyı aç. Bir tek sağ yanağımdaki şal izinin izlerini yok edemedim.
Bugün çok sıcak. Sıcak demişken bu sıcakta benim yavrum yaz okulunda ne halde acaba.. Vücut bir şekilde dinlense de zihin hep açık konumda.
Bugün gerçekten çok sıcak...
Not:Resmi Eray çizdi ve resimlerine bir isim takar. Koyduğu ismi o kadar çok sevmiştim ki ama unuttum. Akşam olsun tekrar soracağım..
Jean Christophe Grange kitapları
Jean Christophe Grange. Fransız yazar. Asıl mesleği serbest gazeteci. Kendisiyle ilk tanışmam Sisle Gelen yolcu kitabıyla oldu. Sonrasında yazarın diğer kitaplarına başladım. Kızıl Nehirler, Kurtlar İmparatorluğu, Ölü Ruhlar Ormanı ve bir kaç gün önce başladığım Taş Meclisi.(ve bitti)
Sisle gelen Yolcu dışında çok ama çok sevdiğimden değildi okumama sebebim. Kafamı meşgul etmek istediğimde okurum böyle kitapları, bana iyi geliyor. Şanslıyım kendime iyi gelen şeyleri biliyorum. Kendine neyin iyi geldiğini bilmeyen o kadar çok insan var ki bu hayatta.
Kitaplar aslında kötü değil ama ne bilim sonlarında hep bir hayal kırıklığı yaşadım. Herşey çok güzel giderken kitabın sonlarında bir sorun oluyor. Nasıl tanımlamasam bu durumu.Vurucu etki yaratmadı. Sönük kaldı. Kurgu, hikaye çok akıcı giderken pat diye birden sonlandı.
Bir de kitaplarında o kadar çok tesadüfi olaylar oluyor ki bu tesadüfler kurgunun büyüsüne olumsuz etki yapıyor gibi geldi. Mesela Sisle gelen yolcuda Mathias Freire'nin psişik kaçış yaşarken büründüğü diğer kimliklerine geçişler inanılmaz tesadüflere bağlı.
Yalnız şunu da takdir etmeli adamın bilgi birikimi ve betimlemeleri çok güzel, çok doyurucu.Bu kitaplardan çok şey öğrendim. Kitabı oku ve geç mantığında bir insan değilimdir. Orada bilmediğim bir kelime, isim, olay, dönem her ne ise işte varsa hemen not eder, daha sonra araştırırım. İşte bu kitaplar bu bakımdan bulunmaz cevher idi benim için..
Şimdi yazarın diğer kitapları var sırada. Henüz almadım. Hafta sonu alırım diye plan yaptım. Aslında internetten de alabilirim. Hatta son dönemde öyle yaptım lakin kitapçıya gidip dolanmanın zevki bir başka hele de yanında tontalak varsa. Tabi tontalak kısmı şaka..
Evde olduğum döneme ait en çok neyi özledim biliyor musunuz? Bey işte, tontalak okulda kitapçıya gidip uzun uzun dolaşmayı. Bir kitap elime alıp yavaş yavaş sayfaları karıştırmayı, merakımı çektiyse bir koltuğa ilişip göz gezdirmeyi. Böyle anlatınca bugünler çok uzak görünmedi gözüme nedense:)
Ne garip Grange kitapları polisiye-gerilim tarzında olmasına rağmen ben acaba neleri öğreneceğim diye merak ediyorum. Sebep belli.Her zaman ki gibi bilgiye inanılmaz derecede açım.
Sisle gelen Yolcu dışında çok ama çok sevdiğimden değildi okumama sebebim. Kafamı meşgul etmek istediğimde okurum böyle kitapları, bana iyi geliyor. Şanslıyım kendime iyi gelen şeyleri biliyorum. Kendine neyin iyi geldiğini bilmeyen o kadar çok insan var ki bu hayatta.
Kitaplar aslında kötü değil ama ne bilim sonlarında hep bir hayal kırıklığı yaşadım. Herşey çok güzel giderken kitabın sonlarında bir sorun oluyor. Nasıl tanımlamasam bu durumu.Vurucu etki yaratmadı. Sönük kaldı. Kurgu, hikaye çok akıcı giderken pat diye birden sonlandı.
Bir de kitaplarında o kadar çok tesadüfi olaylar oluyor ki bu tesadüfler kurgunun büyüsüne olumsuz etki yapıyor gibi geldi. Mesela Sisle gelen yolcuda Mathias Freire'nin psişik kaçış yaşarken büründüğü diğer kimliklerine geçişler inanılmaz tesadüflere bağlı.
Yalnız şunu da takdir etmeli adamın bilgi birikimi ve betimlemeleri çok güzel, çok doyurucu.Bu kitaplardan çok şey öğrendim. Kitabı oku ve geç mantığında bir insan değilimdir. Orada bilmediğim bir kelime, isim, olay, dönem her ne ise işte varsa hemen not eder, daha sonra araştırırım. İşte bu kitaplar bu bakımdan bulunmaz cevher idi benim için..
Şimdi yazarın diğer kitapları var sırada. Henüz almadım. Hafta sonu alırım diye plan yaptım. Aslında internetten de alabilirim. Hatta son dönemde öyle yaptım lakin kitapçıya gidip dolanmanın zevki bir başka hele de yanında tontalak varsa. Tabi tontalak kısmı şaka..
Evde olduğum döneme ait en çok neyi özledim biliyor musunuz? Bey işte, tontalak okulda kitapçıya gidip uzun uzun dolaşmayı. Bir kitap elime alıp yavaş yavaş sayfaları karıştırmayı, merakımı çektiyse bir koltuğa ilişip göz gezdirmeyi. Böyle anlatınca bugünler çok uzak görünmedi gözüme nedense:)
Ne garip Grange kitapları polisiye-gerilim tarzında olmasına rağmen ben acaba neleri öğreneceğim diye merak ediyorum. Sebep belli.Her zaman ki gibi bilgiye inanılmaz derecede açım.
Pazartesi, Temmuz 07, 2014
Çamur topu
Bizim oralar yanarken köy püfür püfür idi. Kaçtık doğal olarak köye.Bu gittiğimde koşturmadım bol bol dinlendim. Fotoğraf çektim. Sonra kendimle ilgili ne kadar az fotoğrafım var dedim.Albümlere baktığımda hep tontalak ya da tontalak ile babası. Benim ise bir elin parmaklarını geçmez sayısı.
Erol'u çağırdım öfledi, pöfledi. Adam sevmiyor fotoğraf çekmeyi. Zor bela bir iki poz çekti. Çekti ama hevesimi de kaçırdı. Anladım sonra benim neden o kadar az fotoğrafımın olduğunu :) Erol'a söyleyeceğime çektirmiyor muşum demek ki..
Eray yine çok mutluydu.Babasının küçük kuzeni de iki haftadır orada olduğu için daha da mutlu oldu. Çünkü birlikte çok eğleniyorlar. Bu hafta sonu resmen çamur banyosu yaptılar hatta çamurları top haline getirip çamur topu oynadılar. İlk gördüğümde ayy dedim ama sonra karışmadım. Toprak ve Su. Ne zararı olabilir ki.. Hatta millet çamur banyosu yapabilmek için yığınla para veriyor..
İftar vakti yaklaşınca tontalağın elini yüzünü yıkayalım dedik demesine de banyo etmeden olmayacak ki. Saçlar, yüz, kol, dirsek her yeri berbat. Soktuk banyoya, çocuktan çamur aktı. Ablasıyla içeride çadır yapıp oynarken biz de güzel bir masa hazırladık. Yedik- içtik sonra da çay keyfi yaptık.
Ha bu arada bu fotoğraf çektirme sorununu da çözdüm bu hafta sonu. Erol'a bir daha minnet etmek yok:) Tontalağım benim fotoğrafımı çeker misin dedim. Tanam dedi. Önce ellerini yıkadı. İkinci fotoğrafı tontalağım çekti. Biraz kilolu çekmiş ama olsun:) ben ona öğretirim ince çekmenin püf noktalarını...
Perşembe, Temmuz 03, 2014
Başlıksız
Durduramıyorum, gerçekten kendimi durduramıyorum. En çok bu durumdan gözlerim şikayetçi. Kızarık, bazen hafif kanlı ve yorgun. İki dakika boş duramıyorum. Sabah gazete, öğlen tatilinde kitabım, işe mola vermek istediğim de araştırma yaptığım konularım. Artık elime ne geçerse artık gözüme ne değerse veya merakımı ne tetiklerse.
Mesela bugün Yunan Mitolojisine daldım. Kim kiminle evli, kim kimin bacanağı, kim kimin yengesinin kardeşinin görümü, efsaneler, kahramanlar vs. Çoğunu bilirdim. Unutmuşum. Okuduğum kitapta
-Prometeus efsanesini bilir misiniz? dedi birden
repliği tetikledi tekrar bu konuya dönüşümü. Bazı bilgiler okudukça tazelendi. Okudukça okudum. Ama benim durmam lazım bir yerde .Gözlerim, gözlerim dile geldi. Zihnimin ne halde olduğunu söylemeyeceğim işte.
Sebep belli. Kendime düşünecek bir an bile yaratmamak için her saliseyi doldurmak.Okumak bu aralar bir işkence.
Son dakika... Son dakika... Son dakika... Son dakika... Son dakika.... Son dakika.. Son dakika..
Şimdi öğrendim, bu yazının son demlerinde..Taze bilgi bu. En azından çektiğim sıkıntılara değiyordu diyordum. Şimdi değmeyecekte. Benim daha çok okumam lazım. Hem de bir salisem bile boş kalmayacak biçimde..
Salı, Temmuz 01, 2014
Haftasonunu özet geçtim
Ah neden böyle oluyor bilmiyorum (biliyorum da bilmemezlikten geliyorum) Bir bakıyorum sadece yazmak istiyorum. Ne yazdığımın bir önemi yok sadece yazmak. Bir bakıyorum sadece okumak istiyorum. Bu aralar okuma modundayım. Ne bloglar varmış meğer. Epeydir yeni bloglara uğramıyordum.
Bugün enerjim düşük. Uykusuzluktan olmalı. Açlık-susuzluk değil de uykusuzluk yoruyor beni. Ne diyelim şikayet yok.
Hafta sonu yine full programla haftayı bitirdik. Neyse ki hafta sonu yüzme bitti. Sabah başka programlara da vakit ayırabileceğiz derken Ramazan girdi. Olsun bizde diğer ay yaparız programları ya da dur be yine de yaparız programları. Hayat kısa ve ertelemeye gelmez bugün bu düşüncedeyim.
Son hafta olduğu için yüzmede tribünleri açtılar. Ben cumartesi ,babası pazar günü seyretti. Pazar günü Eray seviye atlamış yani diğer gruba geçmiş. Su altında nefes tutmuşlar. Herkes çıkmış, Eray kalmış. En uzun nefesini o tuttuğu için seyirciler tarafından alkışlanmış. Eve geldiğinde gururluydu.
Ramazan'ın ilk günü klasiği bozmadım. Eray yazması ayıp döner yerken tırnak ucu kadar döneri aldım ağzıma attım sonra aklıma geldi bastım çığlığı. Tontalak artık orucun bozuldu, orucun bozuldu diye dalga geçti benimle. Unuttuğum için bozulmaz dedim. Bozulur- bozulmaz, bozulur-bozulmaz.. Beykoz'a kadar bu şekilde gittik. Acaba hangimiz daha çocuk.
İlk iftarı kayınvalidemlerde yaptık. Annemlerde geldi. Kalabalık güzel oldu. Yalnız Haziran sonunda Beykoz'da dondum. O gün çok rüzgarlı ve soğuktu.
Tontalak cumartesi çok mutluydu. Köy dinginleştiriyor onu. Bir de düşünceli ki. İftara Serra ablasıyla yemek yaptı. Serra ablası yapraklardan çamur dolması, Tontalak ise çamur çorbası kaynattı.
Pazar sabah ablam geldi Samsundan. Kötü bir haber getirmiş bize. Üzülmeyelim diye saklamışlar bizden. Önce inanamadım. Hala bir yanım inanmak istemiyor aslında inanmak değil de kabullenmek. Kabullenmek gerçekten çok zor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)