7 Sanat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
7 Sanat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Salı, Haziran 16, 2015

Ya depresyona girecektik ya da sinemaya

Şimdi şöyle düşün.120 km hızla koşuyorsun ( yok fazla hızı sevmem de o yüzden 200 yazmadım) ve birden duruyorsun. Nasıl hissedersin.

Eray ve ödevleri olmayınca resmen boşluğa düştük karı-koca.Bu boşluk hissinin varacağı nokta belli. Ya depresyona girecektik ya da sinemaya. Biz ikinci şıkkı seçerek sinemaya girdik. Tamam Eray'ın da dediği gibi konuyu yine biraz abarttım sanırım.
Aslında her şey Erol'un çocuk da yokken diye başlayan mesajıyla başladı.Ve birden kendimi program yaparken buldum. Önce yemeğe gittik sonra sinemaya. Ben filmi seçtim. Anlaşmanın şartlarını önceden belirlemişti Erol. O da yemeği seçti. Boğazına düşkün biri olmuştur zaten..

Mad Max:Fury Road'a girdik. Öncelikle bu filmler Erol'un tarzı hiç değil. Olsun dedi ya canıma minnet. Ve biraz sıkıldı. Aslında haklı olduğu noktalar da yok değil. Bu filmde konu yok mu dedi. Olmaz mı dedim. Tamam film görsel bir şölen yaşattı yaşatmasına da salt görselliğe yöneldiği için hikaye ilerlememiş. Kaçma-kovalama-takip  kısmına fazlasıyla takılıp kalınmış.

Ben Mel gibson versiyonlu Mad Max'i sevmiştim. Mel Gibson'un performansını beğenmiştim. Sahi ya kaç yıl oldu o filmleri seyredeli. Neyse bu konuyu jet hızıyla kapatıyorum bu aralar yaş konusuna girmek hiç istemiyorum çünkü.

Eğer film de ana karakter bu kadar unutulmamış olsaydı Tony Hardy de hakkını verebilirdi karakterin diye düşünüyorum. Lakin unutulmuş be blog.  Furiosa ekseninde(yani Charlize Theron) dönen bir film olmuş. Aslında filmin adı Furiosa olaymış daha iyiymiş. Yalnız şunu belirtmem gerek  Charlize Theron'un oyunculuğu iyiydi. Karaktere de cuk diye oturmuş.

Filmin görselliğine laf yok ama. Savaş tırındaki elektro gitarlı adam benim favorimdi. Sonuçta kendi adıma iyi vakit geçirdim.

Eray'da iyi vakit geçirmiş bu arada. Sürekli iletişim halindeydik. Babaanne whatsapp kullanamadığı için babaannenin whatsapp'ını geçici olarak Eray kullandı. Yakında telefonuna da el koyarsa hiç şaşırmam. Pazar günü kendisini bırakmaya gittiğimizde babaannesinin yeni telefonu hemen dikkatini çekti. Oooo babaanne yeni telefon mu aldın. Bu telefona 100 lira veririm, bana ver diyerek hemen pazarlığa girişti. Sonuç tabii hüsran.

Dün sabah babaannenin komşusunun ineğinden sağdığı sütü içmiş, kaymağını ise hiç sevmemiş. Erol annesine ineği sağarken izlesin, güzel olur dediğinde babaanne komşu izlettirmez ki dedi. Nedenini anlamadık önce sonra babaanne dedi ki ineğine nazar değermiş. Ne diyelim kadının ekmek teknesi olduğu için anlamaya çalıştık sadece.

Yine aynı komşunun gezenti tavuklarının yaptığı yumurtaları yemiş. Öğle ise babaanne ile patatesli gözleme yapmışlar. Tabi ki de el açması yufkadan. Bahçeye salıncak kurulmuş, bol bol çamurla oynanmış. Eray çamurlu eşofmanının bile fotoğrafını yolladı hatta.

Tek korkum başıboş hayvanlar. Cumartesi günü Eray'ı Yıldız parkında kedi tırmaladı söylemedim değil mi? Onu da ayrıntılarıyla anlatırım sonra..


Not: Mad Max: Fury Road
Yer: Zorlu Center -15/06/2015 

Salı, Mayıs 26, 2015

Film saati

Keyifsizim, yorgunum ve bla bla blaa.. Altı çizili kelimenin içini doldurmak istemiyorum. Anlam yüklemek istemiyorum belki de. Ya da görmezden gelerek dayanıklılığımı test ediyorum. Kaç kere daha test edeceksem.

Kitap okumayı bıraktım. Hayatımın en vakitsiz zamanlarında bile bırakmazdım halbuki. Bir kolumda Eray, bir elimde kitap ayakta dolanarak okumuşluğumdur vardır benim. Onun yerine parçalara bölerek film izliyorum. Bir filmi kesintisiz oturup izlemek benim şartlarımda ne mümkün. Parça bölük de olsa bana nasıl iyi geliyor anlatamam.

Bir hafta Christopher Nolan filmlerine başlıyorum mesela. Memonto, Inception, Interstellar. Adamın senaryoları gerçekten çok değişik. Kafamı çok meşgul ediyor çok..

Bütün-yarım adlı çalışmamız olan kağıt tabak Sparrow

Ya da Jane Austen kitaplarının film uyarlamalarını izliyorum. Mesela kendi hayatının anlatıldığı Aşkın Kitabını izledim bu sabah. Ben mutsuz sonları sevmiyorum be blog. Biyografik bir film olduğu için böyle bitmesi gerekiyordu Ayla diye teselli ederken buldum kendimi. Gerçekler değiştirilemez kızım diyorum. Belki de filmler de hayal ve hayal ürünlerini bu yüzden seviyorum. İstediğin sonu yaz gitsin.

Bu arada filmi izledikçe Jane Austen kitaplarının neden hep mutlu sonla bittiğini anlıyorsunuz. Gerçek hayatta büyük aşkına kavuşamamış bir kadın romanlarında kavuşturuyor sevdicekleri.Sensen and Sensibility, Emma , Aşk ve Gurur filme aktarılanlar.. Tabii benim favorim üçü arasında Aşk ve Gurur..

Aşkın kitabında oynayan James McAvoy'a da bayıldım ayrıca. O adamı ayrıca Christian Bale'i severim. Bak Erol'un sesi geldi kulağıma

- Sen elalemin adamına nasıl bayılırsın
-Ya canım adamın filmdeki performansına bayıldım demek istemiştim

Adamın kıskandığı adama bak. Christian Bale...

-Erol demişken en sonunda sayılı gün geldi ve çattı. Yarın sabah Almanya yolcusu. Türkiye'yi temsilen gidiyor ve 70 den fazla ülke var grubunda. İşi hiç kolay değil. Üzerinde çok fazla heyecan ve baskı var. İnşallah emeklerinin karşılığını alır. Yarışmanın bitmesini hayırlısıyla bende dört gözle bekliyorum,gerçekten çok yoruldum-

Ya da dans ile ilgili filmler izliyorum.Genelde eski filmler oluyor. Gençliğimde kırk kere seyrettiğim ve seyretmekten bıkmayacağım filmler. Geçen hafta  Dirty Darcing'i izledim. Her seyrettiğimde de aynı duygu.Bu kız oynamak zorunda mıydı? Başka biri oynamalıydı bence. Mesela ben. Ya şaka şaka

Final sahnesindeki time of my life şarkısı benim çocukluğumun ve gençliğimin şarkısı. Şimdi çok yaşlısında sanki diyen çıkabilir. Benden sonra iki kuşak var blog sen hala ne diyorsun. Peki ben ne diyordum hah şarkı. Şarkıcının yavaş yavaş ve uzatarak Nowww I've had the time of me lifeeeee. No I never felt like this before diye başlayan kısım var ya işte o kısma bayılıyorum.

Flash Dance da ise bayan oyuncu olan Jennifer Beals'in performansını çok beğenirim. Bu arada What a feeling şarkısında müziğin sesini açar deli gibi dans ederdim gençliğimde. Offf ya ne günlerdi o günler. Şimdi çok yaşlısında sanki diyen çıkabilir.Cahit'ciğim yaş 35 yolun yarısı eder kısmının bir tık üstündeyim blog sen hala ne diyorsun.

Benimle Dans et, Sokak dansı gibi filmleri izledim. Bunlar sabun köpüğü gibi filmlerdir lakin içinde dans var ya bana çok iyi geldi.

Ya da takılırım spor filmlerine. Dingin Savaşcı, Milyon dolarlık bebek ilk aklıma gelenler

Ya da biyografi. Biyografi kitaplarını çok sevsem de filmlerinde nedense üzülürüm. Hepsi mutlu sonla bitmediği için belki de.Son günlerde Alan Turing'in hayatının anlatıldığı Yapay oyun, Stephen Hawking'in hayatının anlatıldığı Her şeyin Teorisini izledim. Eddie Redmayne'nin performansı bence 10 numara 5 yıldız idi. Valla adam oynamamış, yaşamış..

Louis Zamperi'nin hayatının anlatıldığı ve yanılmıyorsam Angelie Jolie'nin ilk yönetmenlik deneyimi olan boyun eğmez fena değildi. Okyanus'ta kalma kısmı gereksiz yere çok uzun tutulduğu için filmin akışını da performansını da etkilemiş. Yoksa adamın hayatta kalma azmi gerçekten çok etkileyici. Böyle filmleri izledikçe insan düşünmeden edemiyor. Bu şöyle olmadı bu böyle olmadı diye dünya işine fazlasıyla takılıyoruz ve resmen kaşınıyoruz. Ne hayatlar ne acılar yaşanmış geçmişte ve hala yaşanıyor ve insanlar böyle olmaya devam ettikçe de yaşanacak. Sadece dolu dolu nefes alabiliyorsak bunun için bile şükretmeliyiz halimize.

Listede hiç korku filmi yok çünkü korku filmi izlemem ben. O filmlerden çok korkuyorum. Çocukluğumda seyrettiğim Elm sokağında kabus filminde Freddy'in telefondan çıkardığı dili ve tuvaletten el çıkması bu travmanın en büyük sebebi. Uzun dönem ev telefonunda konuşurken tedirgin olmuştum ve yıllarca tuvalete gittiğimde acaba el çıkar mı diye beklemiştim. Ablam ve üç kuzen toplaşır seyrederdik bir de .En küçükleri ben. Çetin abim ne korkuturdu beni film esnasında. Anneme de bak sen çocuğumun zihinsel ve ruhsal gelişimi etkilenir mi diye hiç düşünmeden salmış beni aralarına.. Aslına bakılırsa aralarına katılmak için çok yalvarırdım ben...

Ya da bilim kurgu, Fantastik filmler seyrettim. Aslında onlar benim favorim. Onları da yazarım sonra. Çünkü yine farkında olmadan anılara girdim. O yüzden kısa bir mola..

Bu arada vizyon da Mad Max var. Bir fırsat yaratabilsem de ablamla sinemaya gidebilsem keşke.O filmi sinema da izlemek çok istiyorum.


Cuma, Nisan 24, 2015

Sanat çocuk içindir :)

23 Nisan'ı Salı gününden kutladılar okulun spor salonunda. Aileler davetli değildi. Onlar eğlendi bize de fotoğraflardan seyretmek kaldı.

Palyaço gelmiş yüzlerini boyanmış önce.Eray korsan olmuş.Fotoğrafı görünce hiç şaşırmadım nedense. Patlamış mısır falan dağıtmışlar. Sandalye kapma yarışı, çuval yarışı şeklinde devam etmiş eğlenceler.

Akşam hemen ödevini yaptık ki 23 Nisan da bol bol gezelim. Sabah ilk program İstanbul Modern Sanattaydı. İstanbul Modern 23 Nisan çocuk bayramı dolayısıyla çocuklara 'Esin kutusu' adlı programı armağan etti. Oradaki eğitmenlere çocukları emanet ettik biz annelerde cafeye geçerek iki çift lafın belini kırdık.

Program sonunda üç arkadaş çok mutluydu, programı çok beğenmişler. Borusan, Sabancı müzesine sık sık giderdik, eğitimlere katılırdık da İstanbul Modern hiç aklıma gelmezdi. Şimdi onu da listeye ekledik.

Çıkışta üç anne üç çocuk İstanbul Trump alışveriş merkezine gittik. Aslında hiç istemiyordum gitmek lakin gruptan da Eray'ı ayırmak istemedim. Avmlere girmek benim de Eray'ında çok dengesini bozuyor.

Ortam inanılmaz kalabalık ve gergindi. Ne vardı derseniz. Ninja kaplumbağalar bir sağa hareket etti bir sola hareket etti. Bir arkaya döndü, bir çevresinde döndü. Ayyy daha fazla yazamayacağım kısacası çok dandik bir gösteriydi. Eray da bende sevmedik. Bir daha öyle bir programa gitmek mi tövbeler tövbesi..

Sonra D&R girip Eray'a söz verdiğim Zeytin ile Limon'un diğer çizgi romanını aldım. Daha öncede yazdığım gibi çizgi roman hastası kendisi. Sinemanın başlamasını beklerken başladı okumaya. Taa ki film başlayana kadar. Bu sefer sinemaya babasıyla girdi.

Bizde arkadaşla yemek yedik, kahve içtik bir nebze olsun kendime geldim. Arkadaşı da kendisi de filmi çok beğenmiş. Hele bir sahnesi varmış ki çok duygulanmış çok. Eee şimdi nereye gidiyoruz dediğinde eve gidiyoruz dedim. Eve gitmem bugün bizim bayramımız biraz daha gezelim diye tutturdu. Akşam oldu, yarın okul var dediğimde ' bu benim hayatımda geçirdiğim en kötü çocuk bayramıydı' demez mi? Artık hayatında ne kadar bayram geçirdiyse.

İstanbul Modern. Sanat çocuk içindir..



 Çocukların ve çocuk ruhunu muhafaza edenlerin bayramı tekrar kutlu olsun.


Not: Sanat toplum için mi yoksa sanat sanat için mi tartışmasına noktayı koyuyorum. Sanat çocuk içindir :) (o kadar ilgili çocuklar vardı ki)

Esin Kutusu eğitim programı-İstanbul Modern- 23/04/2015
         Kuzular Firarda filmi-  Trump Alışveriş merkezi


Salı, Nisan 21, 2015

Kim.Neyin.Peşinde.


Cuma akşamı anneannede kalacağım diye tutturunca hatta ortalığı yıkınca kesin dedim teyzesiyle bunlar başıma yine bir çorap örecek. Düşündüğüm gibi de oldu.(Eray'ı anneme bırakınca Eray'a değil ablama derim zaten abla uslu dur diye)

Facebook'tan Eray diye biri bana arkadaşlık isteği göndermiş. İsim-soy isim benzerliğidir herhalde diye tam red edecekken zır telefonum çaldı. Arayan benim ufaklık. Annecim artık seninle faceleşebileceğiz diye çığlık attı. Anında jeton düştü tabii. Hoparlör de hazır açıkken teyzesini tebrik ettim bu parlak(!) fikri için. Hoş o fikrin kendine ait olmadığı konusunda ısrarcı.Ha bir de teyze der ki niye kızıyormuşum yazması gelişirmiş..

Neyse daha fazla uzatmadım konuyu. Şifre bende olduğu sürece kontrol altında olur hem ne bilecek mesaj atmayı. Bu düşünceye daha nokta koyamadan telefonum kıpraştı. Eray faceden mesaj atmış. Yahu ben kiminle dans ediyorum bunlar Z kuşağı.

Ne yapıyorsun dedi bana. Hiç ne yapayım oğlum yatacağım, face hesabın uğurlu olsun dedim. İyi uykular dedi ardından. Ben konuşmayı bitirdi zannettim. Nerdeee. Yazdıkça yazdı. Ama nasıl yazıyor...

Teşekkür. Ederim.Beni. Ananeme Postaladınız

Her kelimeden sonra nedense nokta koyuyor.. Stop..

Bir de bir ajitasyon. Sanki akşam kalacağım diye yaygarayı koparan kendi değilmiş gibi beni postaladınız yazmaz mı?

Bu arada cumartesi sabahı Eray'ın veli toplantısına katıldık. Şükürler olsun ki iyi gidiyor, güzel geri bildirimler aldık. Tek sorun aslında sorun mu bu bilemedim biraz yalnız olması. Değişik oyunlardan, değişik düşüncelerden, konulardan hoşlandığı için bazen kalabalıklar arasında yalnızlaşması..

Seramik öğretmeni maşallah çok özgüveni yüksek dedi hatta bir de örnek verdi. Bir gün teneffüste koridorda nöbetçi iken Eray gelmiş yanına. Öğretmenim sizinle hamurdan bir şeyler yapabilir miyiz demiş. Nöbetçi olmasam yapardım lakin görev yerimi bırakamam deyince 'isterseniz Y. beyden(müdür yardımcısı) sizin adınıza izin alabilirim demiş. Bence hocam özgüvenin fazlası da zararlı..

Düşünce becerileri-üretkenlik dersleri en sevdiği dersler arasında olduğu için öğretmeniyle daha uzun konuştuk. Sürekli bana soru sorar, anlatır dedi. Evet Eray bu dedim. Bir şeyler üretirken çenesi de durmaz. En son öğretmenim bebeklerin, çocukların kalbi yetişkinlerin kalbinden daha hızlı atar biliyor musun demiş. Nedeni sormuş öğretmeni de.Çocukların büyümeye ihtiyacı var. Kalpleri daha küçük ve büyülemeleri için daha fazla kan pompalanması lazım demiş. Eee o zaman büyüklerin neden daha yavaş diye sorunca tipik Eray cevabı;

Çünkü yetişkinler daha hızlı mezara girmesin diye :)
 
Ya işte böyle. Zaten büyüklermiş. Daha hızlı büyümelerine gerek yokmuş, Daha hızlı büyürlerse daha hızlı mezara girerlermiş. Kalpleri de bu yüzden bebeklere göre daha yavaş atarmış. Düşündüm de çok mantıksız değil..
 
Toplantı çıkışı gençleri aldım(Eray ve Eren) sinemaya gittik. Eray Ejderha yuvasına gitmek çok istiyordu ona girdik. Gözlerini ayırmadan seyrettiler, filmi çok beğendiler. Liya ve Lambert'ın yakınlaştığı bir sahnede vardı ki Eray hayır olamaz dedi ve gözlerini kapadı. Çok utanıyor çok.
 
Film çıkışı babası daha filmi sormadan 'babacım bir görmeliydin film de her şey vardı, heyecan, savaş, korku,ejderhalar....coşkuyla sıralarken Eren aşkı unutma dedi. Ya evet bir de aşk diyerek yürüyen merdivendekilerin gülümsemesine sebep oldu.. Gülüyorum bu ara ona.
 
Hep değil tabii. Geçen gün bir şey konusunda çok ısrar edince yaa Allah'ım ya güzel Allahı'ım dedim. Çok sakin bir şekilde hep Allah'ım diyorsun farkında mısın annecim dedi. Rutinlikten hiç hoşlanmaz bu arada. Ne diyeyim peki diye sordum sinirli sinirli. Immm yaaaa Peygamberim, ya güzel Peygamberim mesela diyebilirsin dedi.
 
Ana-oğul yine epeyce güldük..
 
 
Not: Fotoğrafı toplantıya gidince çektim. Resimleri sınıf kapılarına asmışlar. Galiba soru ailenle ne yapmaktan hoşlanırsın .Eray ailemle piknik yapmayı severim demiş ve çizmiş.Meğer benim çocuğum tabiat resmi de çizermiş( Arabamızı, güneşi yarım yamalak çekmişim ama olsun) 
 
 esme bakıyorum da baba-oğul şapkasız çıkmam abi modundalar benim saçlarım ise her zaman ki gibi rüzgarla dans ediyor. Pikniğe bile topuklu ayakkabı ile gidiyorum bu nasıl kokoşluk böyle. Aslında benim tanımlayan kelime pejmürde. Eray nedense böyle görüyor kızları .Pazar günü asansörde yol alırken aynaya bakarak saçımı toplayan bene yorumu ' babacım kızlar hep güzellik peşinde değil mi? Babasının yorumu ' o zaman erkeklerde hep kızların güzelliğinin peşinde diyebilir miyiz? Hayır babacım kesinlikle değil.. Erkeklerde hep para kazanma peşinde...
 
 
Kim. Neyin. Peşinde. Olursa. Olsun. Sizin. Peşinde. Olduklarınız. Hep. Umut. Ettikleriniz. Olsun. STOP..
 
 
Ejderha Yuvası-18/04/2015-Metrocity


Salı, Aralık 09, 2014

Herkesin bir duygusu vardır

Hafta sonu yüzme için kesin kayıt yaptırmamız gerekiyordu fakat yaptırmadık.Nisan ayına erteledik, bence iyi de oldu. Eray duyunca benim gibi düşünmeyeceği kesin ama. Yaptırsaydık düşünüyorum da kendimizi çok sıkışmış hissedecektik. Aslında yüzme saati değişmeseydi soğuğa rağmen yaptırırdık kayıdı lakin gitmişler Eray'ın grubunu 14.00-15.00 arası yapmışlar. Neyse vardır bunda da bir hayır..

Cumartesi akşamı Erol tontalağa yarın tiyatroya gidelim mi dedi. Tontalak da tiyatroya gitmeyi özlemiştim hep gezme hep gezme olmaz zaten diyerek babasına destek verdi. Göktürk Kültür Merkezinde Haylazlar Adası oyununa gittiler. Ben evde kaldım.Birilerinin fedakarlık yapıp evi biraz toplaması gerekti.

Çok mutlu bir şekilde eve döndü. Oyunu çok sevmiş öyle dedi. Ben gitmemiş olsam da tontalak anlattı ben dinledim hem mola vermek bana da iyi geldi.

- Bir çok ülkeden gelen çok yaramaz çocuklar var. Çocuklar çok yaramaz
-eeee
-Bir uçak kazasında bir adaya düştüler.
-ayyy inşallah bir şey olmamıştır çocuklara
-adadan kurtulmak için dedeye (adanın sahibi imiş dede)verdikleri sözleri yerine getirmeleri gerekiyordu.
-İnşallah yerine getirirlerde adadan kurtulurlar kim bilir anneleri ne kadar merak etmiştir
-hayırrrr verdikleri sözleri yerine getirmiyorlar ki
-Alçak köfteler. Bir kere verilen söz yerine getirilmelidir ne kadar yanlış bir hareket. Hem insanlar bir daha o kişiye inanmaz( anne mesaj vermeyi de ihmal etmiyor bu arada)
-dede son bir kere daha şans veriyor onlara.
-hatalarını düzeltmek için di mi
-evet

Ve hatalarını düzeltmişler. Mutlu son. Ben hep derim hep diyeceğim mutlu sonları çok seviyorum.

Hey adamım sorun nedir? (Sorun şu ki kaskı, dizlikleri takınca sert bakması gerekiyormuş)

O tiyatronun konusunu anlatırken bir yandan da babası dizliklerini, kaskını taktı. Hava o kadar güzeldi ki baba-oğul fırsatı kaçırmak istemedi. Arkadaşları da çağırıp bisiklet binmeye gittiler. Yok ya öyle olmadı arkadaşlar bizimkileri arayıp çağırdı. Ben de evde kaldım. Birilerin fedakarlık yapıp biraz daha iş yapması gerekti..

Bu sefer kavga ederek geldiler. Sadece bisiklete binmemişler babalar ve oğullar şeklinde futbol da oynamışlar. Eray düşmüş ve eli çizilmiş(aslında yarılmış diyebiliriz çünkü çizikten derin) Canı acımış ya babasına kızıyordu. Sen futbol oynayalım demeseydin ben düşmezdim, illa futbol mu oynamak gerekiyordu bıdı bıdı bıdı.. Var ya bu çocuğun çenesi aynı ben..

Erdemle annesinin bize geleceğini duyduğunda ancak sustu. Erol Beykoz'a geçti. Biz de biraz okuma ödevi yaptık Erdemler gelene kadar. Sonra çocuklar oynadı bizde kahve eşliğinde sohbet ettik. Durmak bana iyi geldi..

Akşam da otururken Erayla aramızda olan özel bir konu ile ilgili sohbet ettik. Birden aaa neden üzülecekmişsin ki, üzülmeye değmez dedim. O da bana
 
'öyle deme annecim herkesin bir duygusu vardır'

dedi. Resmen zınk diye durdum. Anlatmak istediğini anladım.Haklısın dedim. Bazen bu hataya düşebiliyoruz.

Bizim değmeyeceğini düşündüğümüz önemsiz bir konu başkası için çok önemli bir konu olabiliyor mesela. Ya da aman canım senin derdin dert mi benimkinin yanında diye küçümseyebiliyoruz olayları. Yapmamak gerek. Tontalağın da dediği gibi herkesin bir duygusu vardır sonuçta...


Not: Haylazlar Adası
07/12/2014- Göktürk Kültür Merkezi

Pazartesi, Aralık 01, 2014

Haftasonundan özetler vol. kaçtı yine unuttum


Akıllılık ettim ütüleri cuma gecesi bitirmekle. Televizyonda Güldür güldür programını duya duya yaptım hem de. Hoş ütüledim de ne oldu.. Hafta sonu çamaşırlar yine yıkandı yine kurudu yine birikti. Off bu döngü..Öncesinde tontalağın yazma ve İngilizce ödevini yaptırdım ki hafta sonuna yığılmasın ödevler.

Cumartesi sabahın köründe kalktım. Hazırlandık anneanneye kahvaltıya gittik sıcak sıcak simitlerle birlikte.Gidene kadar bir simidin yarısını yemiş olabilirim sonra kahvaltıda diğer yarısını, kahvaltıdan kalkmak üzereyken biraz dahasını. Ahh bu pişmanlıklar.

Saat 10.00 da etütteydi tontalak..Ben her zaman ki koltuğuma kuruldum kahve eşliğinde kitabımı okudum. Bu Arya'nın da başına gelmeyen kalmadı. Daha kimlerin eline geçecek bakalım. Gece nöbetçilerinden Yoren, bir elime geçirsem ne yapacağım bak seni dediğim kalpsiz Gregor Clegane, abisine bağlılık yemini etmiş Balton, yıldırım lordu Lord Beric, şimdi de Tazı..

Etüt çıkışı anneannede yemek yedik sonra doğruca sinemaya. Madagaskar penguenleri izledik. Eray çok çok beğenmiş, kendisi öyle dedi. Bana sorarsanız eh işte. Skipper Kowalski, Rico, Private adlı penguenlerin hepsine ama hepsine çok güldü tontalak. Kuzey Rüzgarı diye bir örgüt vardı ki ajanları çok havalıydı. Havaları batsın. Dublaj ve müzikler bence başarılı.

Sinema çıkışı  Eray'a spor ayakkabı baktık ama içimize sinen bir şey bulamadık.Harcadığımız zamana acıdım.

Eray tutturdu eğlenceli bir şeyler yapalım diye. Bir baktım ki bilmem ne atölyesinden ablalar gelmiş çamurla heykelcikler yaptırıyorlar. Kaydımızı yaptık. Verdiler eline çamuru başladı modele göre heykelciği şekillendirmeye. Sevdi her zaman ki gibi.

Sonra ailecek yemek yemeğe. Eve döndüğümüzde elektrikler yoktu belli ki uzun zamandır elektrik yokmuş ev epeyce soğumuş. Üşüdüm..

Erol elinde kocaman ışıldakla girdi odaya.Okuma ödevinin bir kısmı ışıldak eşliğinde yapıldı.


Tam elektrik geldi derken annem aradı. Babam rahatsızlanmış.Tansiyon fırlamış, hapı işe yaramamış. Bir kızdım telefonda hastaneye nasıl gitmezsiniz diye. Babam biraz daha bekleyelim ha geçti ha geçecek dedikçe tansiyon çıktıkça çıkmış. Erol bi koş bi yetiş dedim. Babam daha da fena olunca annem ambulans çağırdı.Tansiyonu iğne ile düşürdüler. Çok şükür şimdi iyi ama sabah gözlerini görünce canım sıkıldı. Kıpkırmızı.

Erol'la birlikte pazar günü tüm gün dip kıyı temizlik yaptık. Mola verdikçe Eray'ın okuma ödevini yaptırdım. Alışverişe de baba-oğulu gönderdim.

Yemekte tavuk olmasından memnun olmadı tontalak. Pek beyaz eti sevmiyor.(tavuk çorbasına bayılır o ayrı) O  kırmızı etçil ya da otçul.Söylene söylene yedi beyefendi.

Pazartesiye ezberlenmesi gereken bir İngilizce diyalog ödevi vardı. Eray'a bu sefer öğretmeni Tobby rolünü vermiş.(Geçen sefer Freedie idi) Evde prova yaparken ben hikayeci oldum babası da geriye kalan diğerleri yani Bella, Freedie vs... Biraz da cd den izledik oldu da bitti.It's a monster. I am scared....

Sonra Eray annecim bana kar na baa har yapar mısın dedi kelimeyi yanlış söylememek için heceleyerek. Alışverişe gittiklerinde almışlardı ertesi gün pişirilmek üzere. Ama onun canı o an çekmiş. Yapmaz mıyım dedim. Suyun içine biraz tuz katarak haşladım öyle yedi.

Anne-oğul sıcak çikolata keyfi yapmaya ne dersin dedi karnabaharı yedikten sonra. Yatmaya yakın çikolatası az sütü çok sıcak çikolata yaptık. Yoldan çıkarıyor bu çocuk beni..

Yatmaya giderken çok ağladı tontalak. Uyumamak için değil babaannesinin annesini çok özlemiş ondan. Haziran ayında kaybetmiştik kendisini. Neden öldü ki diye ağladı. Ben onu çok seviyordum ölmeseydi ne güzel oynardık diye ağladı. Son zamanlarda büyükanne kimseyle pek konuşmuyordu ama tontalak konuşunca ona laf atıyordu. O da onu seviyordu. Ölmek diye bir şey olmasaydı keşke dedi. Neyse ki babaannem hala hayatta diye de şükretti. Çok üzüldüm bende.. Çünkü tontalak üzüntüsünü de sevincini de dolu dolu yaşayan bir çocuk. Dolu dolu ağlaması beni mahvetti. Kendisini toplayınca annecim büyükannene kaç yaşında öldü dedi. 100 yaşını geçiyordu dedim. Yokkk artık dedi çatlak.. Sonra lafı toparladı. Annecim büyükanneyi mezarında ziyaret edebilir miyiz? Belki biraz daha büyüyünce..

Hastalık geçti de şu öksürük yapıştı bünyeye gece boyunca beni deli etti...


 Madagaskar Penguenler- 30/11/2014


Not: Darüşafaka'nın 150 yıl kamu spotuna bayılıyor tontalak. Artık ona ne hissettiriyorsa. Pazar sabahı kahvaltıda dedi ki; Annecim- babacım siz ölünce ben bu okula gidebilir miyim? Gülelim mi? ağlayalım mı bilemedim..


Pazartesi, Kasım 10, 2014

Fındıkkıran çocuk balesi


Bir anıyı paylaşacağım zaman sene bilmem kaç cümlesiyle başlamayı severim ben. Lakin ne kadar zorlasam da ilk kez Fındıkkıran'a gittiğim tarihi anımsayamıyorum. Annemde blog tutmamış ki dönüp bir bakayım.

Galiba liseye gidiyordum emin değilim belki de ortaokuldur. Yeri nasıl unuturum. AKM vardı o zamanlar sonradan müdavimi olduğum. Birkaç dakika geç kaldığım için oyuna karanlıkta girmiştim ve boş bulduğum orta sıralardaki en köşedeki koltukta oturmuştum. Bana bakar mısınız oturduğum yeri hatırlıyorum da tarih kısmını zihninim tozlu raflarından bir türlü gün yüzüne çıkartamıyorum.

Büyülenmiştim resmen. Gözlerimi bile kırpmadım desem yeridir. O gün öfkeyle karışık kırgın gitmiştim eve. Hep ne olmak istediğimi bildim de bazen bilmek yetmiyor olmadı işte.

Eray'ı Fındıkkıran'a götüreceğime taa iki-üç sene önce karar verdim. Çok emindim seveceğine. Çünkü o yönü bana çekmiş görüyorum bir şekilde. Sadece biraz daha büyümesini bekledim.Geçen sene bilet alacaktım alamadım çok üzüldüm. Biletler satışa çıkıyor ve on dakikayı bulmuyor bitiyor. Bende saati kurdum ve aldım.Vay benim azmime..


Eray'a baleye gideceğimizi ilk çıtlattığımda ben kız mıyım, kızlar gider baleye dediğinde belki de çok emin olmamdan ötürü çok şaşkınlık yaşadım. Bir şeyi bir kez deneyerek sevip sevmeyeceğine karar vermesinin daha doğru olacağını anlattım.

Ve dün o gün idi. Hep beklediğim gün. Oğlumun baleyle tanıştığı gün. Arabada Eray bale nasıldır acaba diye sorunca bak göreceksin çok eğlenceli vakit geçireceksin dedim.Yani çocuğu şartlandırdım yanlış bir biçimde. Arabada rahat dursunlar diye de ıpad vermedik mi ellerine. Mine craft mıdır nedir ne halt edesice..


Dinnn donnn. Başlama zili duyuldu Eray'cım bale başlıyor artık ıpadi verir misin dedim. Annecim köprüyü zor buldum zaten veremem dedi. Olur mu öyle şey bale başlayacak dedim, vermem dedi. Ya da dur annecim yanımda kalsın dedi. Çektim aldım elinden hem de en kaba bir şekilde. Bir kızdı oyunun başlaması ile Eray'ın çığlığı bir oldu.Utancımdan yerin dibine girdim neyse ki hemen sakinleşti. Sadece ellerini göğsünde bağladı seyretmeyeceğim işte dedi. Hatta arkasını döndü.

Kulağına fısıldadım. O şekilde davrandığım için özür dilerim.Allahtan hemen affetti beni seyretmeye başladı.Yalnız öndeki kadın şahane idi çocuklara yanan ışıklı kalplerden almış çocukların dikkatini dağıttı. Arkadaki kadın daha da şahaneydi oyunu seyretmek istemeyen çocuğuyla tüm oyun boyunca ikna etmek için konuştu. Hem de evdeymiş gibi en rahat şekilde.

Eray bir ara annecim hani komik şeyler olacaktı olmuyor ki dedi.Ne komiği dedim. Sen arabada bak gör çok eğlenceli dedin ya hani hiç komik değil dedi.

Eğlence= komik

Eray'ın böyle algılayacağını hiç düşünmedim.Yani çocuk sürekli komik şeyler bekledi durdu, çocuğu bilmeden şartlandırdım vay benim koca koca eşek arıları sokasıca dilime..


Efenim neyse konusuna gelelim: Clara ve Fritz'in ailesi yılbaşı öncesinde evlerinde bir parti verir. Büyükbaba Drosselmeyer çuval dolusu oyuncakla partiye gelir ve en güzel hediye Clara'ya verilir. Bir fındıkkıran. Pis kıskanç Fritz fındıkkıranı çok kıskanır ve kırar. Drosselmeyer büyükbaba fındıkkıranı tamir eder. Clara herkes uyuyunca ağacın altına gelir fındıkkıranı eline alır ve uykuya dalar. İşte her şey öyle başlar.

Farelerle mücadele, oyuncakların canlanması, Fındıkkıran'ın prense dönüşmesi alıp onu Karlar ülkesine götürmesi sonra Şekerleme ülkesine geçip ülkelerin kutlama dansı ile ödüllendirilmeleri ve tabi ki bir rüyanın sonu..

Eray en çok Karlar Ülkesi ve Şekerleme Ülkesi kısmını dikkatle izledi. Ülkelerin dansının yapıldığı bölüm Eray'ın çok hoşuna gitti..Bu hangi ülkenin dansı annecim. İspanyol dansı. Bu hangisi peki? Arap dansı. Çin dansı, Rus dansı, Çiçeklerin dansı..

Tek perde olduğu için çabuk bitti.Benim gittiğimde çok daha uzundu öyle hatırlıyorum, koreografi farklılığından olabilir aradan kaç yıl geçmiş. Pışık kaç yıl geçtiğini söylemem yaşım mı ortaya çıksın. Asla 36 yaşında olduğumu kimseye söylemem.

Aaaa bir de anlatıcı vardı o sürpriz oldu benim için. Çıkışta Eray'a sordum beğendin mi diye. Eh işte dedi hasbam :) Nefret etmesinden iyidir bence..


İlk Bale : Fındıkkıran
Tarih     : 09/11/2014
Yer        : Kadıköy Süreyya Operası Sahnesi


Not: Fotoğraflar https://secure.dobgm.gov.tr/opera2013/devopera.aspx adresinden alınmıştır.


Pazartesi, Ekim 27, 2014

FURY

Etüdü sevdi. Ben danışmanın karşısında bulunan koltuklarda kitap okudum. Beklemek bu sefer sıkıcı gelmedi. Ohh kurgunun içine bodoslama dalmışım sağolsun kahve de ikram etmişler bana. Daha ne olsun.

Her teneffüs yanıma geldi hem de mutlulukla. Bu etüdü çok sevdim biliyor musun etüde gelince evde ödev yapmak zorunda kalmayacağız o yüzden bu etüt güzel bir şey dedi. Arkadaşından duydu galiba. O da başka birinden. Oğlumu kandırmak istemediğim için bu yanlış anlamayı düzeltmek istedim. Etüt de ders tekrarı yapıldığını, evde yapması için ödevlerin olacağını söyledim.Umursamadı, üzülmedi hadi arkadaşlar beni bekler diyerek vınn diye gitti.

Etüt çıkışı kahve dünyasına gidip sıcak çikolata içmeyi teklif etti. Allah'ım ya büyümüş de program yapar olmuş. Hay hay dedim. Ortaköy de kahve dünyası olmadığından ya da varsa da bilmediğimden Starbuck'a doğru yol aldık. Başladı hava da çok güzelmiş, sıcak çikolata da bu hava da içilmez ki değil mi annecim demelere. Niyeti belli. Dondurma yemek. Sahile girdik bir top vanilyalı bir top da çikolatalı olmak üzere iki top dondurma aldık. Ben de kendime bir kahve ısmarladım, güneşe sırtımızı vererek dışarıda oturduk.

Anneannenin evinde bahçede yemek keyfinden sonra ders keyfine(!) geçtik. Eray mırın kırın yine. Allahtan ödevlerinin yarısını Cuma akşamından yapmıştı. Cumartesiye yığılma olmadı ama yine de Eray beyler söylendi. Sanki ben bayılıyorum da.

Arkadaşım whatsapptan mesaj attı sinemaya gidelim diye. Eşi Fury filmine gitmek çok istiyormuş hep birlikte gidelim dedi. Şartları zorlayarak gittik filme.


Bir David Ayer filmi. Brad Pitt, Shia Labeouf gibi ünlü isimler var. Savaşın son günlerinde bir grup Amerikan askerlerinin Almanya'da ki Nazi gücüne son vermek için giriştiği mücadeleyi anlatıyor. Film genelde tankta geçiyor. Zaten filmin adı da tankın ismi. Yani Fury..

Hikaye anlamında bence vasat hatta hikayede zorlayıcı unsurlar var. 8 haftalık yazıcı bir askerin kendini fury gibi bir tankın içinde bulması ne bilim zorlayıcı geldi bana. Onun ekseninde o askerin gelişimi. Hikaye dışında oyuncuların performansı bence çok başarılıydı. Özellikle Shia Labeouf'un performansı takdir edilmeli.

Sinematografi açısından diye devam edermişim yok yok ben öyle konuşmaları pek sevmem mirim.. Film de görsellik ve teknik unsurlar da güzeldi, sevdim. Bir filmin en can alıcı noktalarından biridir bence müzikleri. Ve savaş filmlerinde müzik daha da önem kazanır diye düşünürüm. Müzikler içime işledi.

Sonuç olarak hikaye vasat olsa da oyuncuların performansları için gidilebilir.

Film biraz geç bitince hadi kaçtık diyerek herkes çil yavrusu gibi dağıldı bir anda. Halimiz görülmeye değer. Evde küçük bekleyenlerden azar işitmekten korktuk. Eray pijamasını giymiş bizi bekliyordu hiç içeri girmeden aldık kendilerini..

Arabada dizlerime yattı. Film nasıldı dedi. Sesi biraz bana kırılmış gibi geldi. Saçlarını okşadım. Fena değildi dedim. Nasıl bir filmdi nasıl bitti dedi. Kan revan içinde, herkes birbirinin kafasını uçurdu nasıl diyeyim kelimeleri özenle seçiyorum. Savaş filmiydi ve bir asker kahraman oldu dedim. Peki nasıl başlamıştı dedi. Bir asker var ,asker olmayı öğreniyor dedim. Biliyor musun hala ben daha ne olacağıma karar veremedim dedi. Olsun daha çok erken, önünde uzun bir yol var, acele etme dedim. Peki dedi ve uykuya daldı.

 Not: Fury- 25/10/2014- Özdilek Avm

Kitap Aşkına Çocuk Müzikali

 
Yok üşenmeyiz konu sanat olunca Göktürk'ten kalkıp Kadıköy'e gidebiliriz. Öyle de yaptık. Kitap aşkına çocuk müzikali Kadıköy Süreyya sahnesinde sergileniyordu. Pazar sabahı kahvaltıdan sonra çıktık yola. Allahtan Eray bize çekmiş bu konuda. Çok seviyor tiyatro, müzikal, sinema...
 
Kahvaltıdayken sana bir sürprizim var dedim bu arada.Merak etti haliyle. Heyecan katmak için uzattım da uzatım.10 günnn sonraaaaa baleyeeee gideceğizzzzzz. Bale mi, öğğğğ ben gız mıyım da baleye gideyim dedi. Uzun süredir hiçbir şey beni bu kadar şaşırtmamıştı. Sanat, resim, seramik ne bilim müze gezmeleri gibi şeyleri seven çocuğumun bale hakkında yorumu beni şoka uğrattı.
 
Elimdeki çatal bir süre havada kaldı. Bale benim ukdem. Oğlumla kol kola baleden çıktığım hayallerim vardı benim. Neyse silkelendim. Baleyi seyretmek için kız olman gerekmiyor. Erkekler de gider baleye. Hem hiç gitmeden karar vermen doğru değil dedim. Bakalım on gün sonra ne karar verecek.(bence sevecek)
 
Eşofmanla rahat ettiği için eşofman giymek istedi. Normalde ne giyeceğine karışmam lakin bu sefer olmaz dedim. Kadife pantalonunu (kanvaslar artık olmuyor) ya da kotunu seçmesi gerektiğini söyledim. Nedenmiş diye itiraz etti. Aslında eşofman giysen de alırlar seni. Kimse bir şey demez. Ama her yerin bir giyinme adabı vardır diyerek anlatmaya başladım.  
 
Süreyya sahnesine 11.40 da vardık. Bir süre Eray'la dinlendik. Fotoğraflar çektik. Bir çift oyun için o gün bilet almaya gelmiş. Bulamazsınız ki dedim. Oyunlar bir ay önceden satışa çıkıyor ve 10 dakika içinde bitiyor dediğimde çok şaşırdılar. Görevli bazen 10 dakikayı da bulmuyor 5 dakika da bitiyor dediğinde ise güldüler. Kadına bir de bilet almak için saat kuruyorum ben deyince gülmeleri kahkaha dönüştü. 
 
12.00 de başladı oyun. Oyun metnini Işık Noyan yazmış. Dekor fena değildi lakin kostümler yıkılıyordu. Bayıldım, bayıldım.. Müzikler de güzeldi. Müzikalin biraz uzun olmasından sebep çocukların dikkati ara sıra dağıldı lakin güzel vakit geçirdik. Konusu ise şöyle;
 
Öykümüzün kahramanı Memo kitap okumayı çok sevmekte, zamanının çoğunu kitap okuyarak, dahası hayalinde kitap kahramanlarının arasına karışarak geçirmektedir. Kimler yoktur ki bu kahramanların arasında? Akıl küpü Çizmeli kedi, evinden atılmış zavallı Parmak Çocuk, sahte Kont, güzel Prenses, pinti Kral, saf dev, yaralı Silahşor, minik kral, afacan Tomi ile Bobi, etobur Dev ve onun sinsi karısı...
 
Memo, hayal dünyasına kendini kaptırıp tüm bu kahramanlarla serüvenden serüvene koşadursun , ailesi biraz hoşnutsuzdur. Çünkü okumak çok güzel ve yararlı bir alışkanlık olsa da tek tutku haline dönüşmemeli, insan gerçek yaşamla olan bağlarından, ödev ve sorumluluklarından koparmamalıdır..
 
Işık Noyan
 
 
 
 Alkışlama kısmını bitirdikten sonra toprakla bütünleşmesi için Beykoz'a doğru yol aldık...
 
Kitap Aşkına Çocuk Müzikali
Yer: Kadıköy Süreyya Operası Sahnesi
Tarih: 26/10/2014 12.00
 
Not: Süreyya sahnesine girer girmez haklıymışsın annecim baksana herkes nasıl giyinmiş dedi:)
 

Cuma, Ekim 17, 2014

Müthiş ikili


Kendileri dünkü mutluluğumun sebebi. Bir hediye. Hediyeyi alır almaz koşarak mutfağa gittim. İlk iş bıcı bıcı yaptırdım sonra da kahve ile buluşturdum kendilerini. Çünkü hak etti. Beni mutlu etti. Süs olarak kenara koymayı asla düşünmedim. Fincan yapılış amacına hizmet etmeli. Anılara, sohbetlere belki üzüntülere, öfkelere ve sırlara da tanıklık etmeli.

Bu sabah her zaman ki saatte kahvemi yaptım kuruldum koltuğuma. 07.30 dan 08.00'e kadar kitap okudum. Arada da kendilerine bir bakış fırlattım.Güne kahve ve kitap ikilisiyle başlamak inanılmaz sakinleştiriyor beni.

Seriye devam ediyorum bu arada. Taht oyunları, Kralların çarpışması kısım 1 bitti ikinciye geçtim. Seri kitapları okurken araya kitap almayı sevmiyorum. Yani sezon finali yok benim anlayışım da. Macera, kurgu aynen devam etmeli. O yüzdendir ki bir kitabın başı nerede başlar nerede biter hiç bilmem.

Bir gün Boleyn kızı serisini okurken arkadaşım şu olay şu kitapta mıydı diye sormuştu. Bana hiç sorma dedim. Seri bir bütündür. Benim için şu kitap yoktur 1234 sayfa vardır demiştim, gerçekten de öyledir.

Hoş zorunlu sezon finali yapacağım bu seride ve bu durum benim hiç hoşuma gitmiyor. George'cuğum sağolasın son iki kitabı yazmamış. Ne yapıyor kim bilebilir. Kış Rüzgarları ve Bahar Rüyası. Ne bekliyor ki anlamadım gitti. Beklemek benim harcım hiç değil. Şimdi bu seri noktası konulmamış bir cümle gibi dolaşacak zihnimin derinliklerinde nasıl şikayet etmeyeyim.

Her zaman böyle değil ama. İstisnalar da var. Mesela Alacakaranlık serisi. Ben Şafak vaktinde noktayı koydum. Geceyarısı güneşini yazmasa da olur. Ha yazarsa alır okur muyum. Tabiki..

Taht oyunları serisini sevdim. Nasıl bir zihin, nasıl bir hayal gücü yazar bunları anlamak mümkün değil. Kurgu ilmek ilmek örülmüş. Ben yine kendimi kaptırdım kurguya iyi mi. 

Mesela Piç Jon'a haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Bran'a çok üzülüyorum. Sansa'ya kızdım bir ara ama şu an çektiklerinden ötürü kızgınlığım geçti galiba biraz acıyorum ona. Ahh Arya kızım dilini azcık tutmayı bir öğrensen. Stark'lar dağıldı sonbahar yaprakları gibi..

Ahhh ben anneannemin dizilerini seyretmesi gibi kitap okuyorum bu ara.

Salı, Ekim 14, 2014

Evrim ama kimin

Eskiden böyle değildik. Tontalağı çok rahat anneanneye veya babaanneye bırakıp gezmelere giderdik. Sinema, tiyatro, opera artık programda ne varsa.Mutlu anne-baba mutlu çocuk denklemine inanılmaz inanırdık.

İki yıl önce tanımlayamadığım, çözümleyemediğim bir dönüşüm oldu ben de. Tontalağı akşam kimselere bırakamaz oldum hatta bu konuda çok hassaslaştım. Çevremdeki ebeveynler çocuğu büyüdükçe daha rahat hareket eder hale geldi ben ise büyüdükçe sıkıştım. Kendimi sıktım.

Hafta sonları hep tontalağa yönelik programlar yaptım. Kendi programlarımızı da tontalağı da dahil olacak şekilde düzenledim. Bir ev gezmesi olur, bir park-müze gezisi...

Bu pazar hep arkasına saklandığım zamansızlık bahanesinin elimde patladığını gördüğümde artık kendime itiraf ettim. Kesinlikle iş dışında tontalaktan ayrılmak istemiyordum. Neden büyüdükçe işte bunun cevabını bulamıyorum. Bu gidişe bir son vermeli değil mi? Kesinlikle verilmeli. Eskisi ben'e derhal geri dönülmeli. Erol sinemaya gidelim dediğinde ımm omm gibi sesler çıkarsam da tamam dedim.

Eray'a hep gerçekleri söyledik biz. Yani doktora iğne vurdurmaya gideceğiz diyerek bir yalanın içinde yaşamasına izin vermedik. Önce bende geleceğim banane dedi. Ben filmin çocuklara uygun olmadığını, yetişkin filmi olduğunu söyledim. Israr edince Erol devreye girdi. Annelerin ve babaların bazen yalnız kalmaya, birlikte vakit geçirmeye ihtiyacı olduğunu söylediğinde ki bakışı hay ben görmez olaydım. Zaten annesiyle babasının düğününe neden davet edilmediği konusunda hala kırgın bize.
 
Ben neden davet edilmedim annecim, ben neden davet edilmedim annecim

demesi bak kulaklarımda.Erol'a hoppsss bu kadar açık olmalıyım lütfen bu cümle çocuk da başka düşüncelere yol açar der gibi bir bakış fırlattım.Vallahi bir bakışa koca bir cümleyi sığdırdım. E dile kolay 10.yılımız birlikte.

Eray'ı kucağıma aldım. Anneanne sana mısır patlatsa ve orada sen de anneannenle sinema keyfi yap olur mu dedim. Peki dedi. Sonra daha da hiç bahsetmedi. İkna olduysa, karar verdiyse geri dönmez tontalak..Tıpkı benim gibi..


Anneanneye giderken dört Avm var yolumuz üstünde. Sapphire, Kanyon, Özdilek, Metrocity.. Bu kadar birbirine yakın ve çok olması nasıl bir tüketim manyağı olduğumuzun kanıtı bence.

Erol yeni tatlar, mekanlar ne bilim yeni şeyler denemeye bayılır ben ise tam tersiyim bu konuda. Alışkanlıklarıma sıkı sıkıya bağlıyımdır. Sapphire'in sinemasına (sıra sıra diğer üçüne hep gideriz) hiç gitmediğimiz için oraya gidelim dedi. Bilmediğimiz bir sinema güzel mi değil mi dedim. Öğreniriz dedi. Risk almayı sevmediğimden ben çok pişmanlıklar yaşadım biliyor musun bu arada..

Sapphire çarçabuk girip bileti aldım. Sonra anneanneye tontalağı bıraktık biraz oturup kalktık. Sapphire'in sineması aynı Metrocity gibi. Deri, rahat koltuklar falan da oturma düzeni çok karışık. Görevli sağolsun yardım etti ama duvar kenarı bir yer gösterdi. İyi de bilgisayar ekranında gösterilen yer orası değil ki neden oraya oturayım dedim. Neyse o zaman buraya oturun dedi. Sanki hakkım olmayan bir şeyi bana lütfetmiş gibi. Ben hakkımı yedirmem arkadaş ha ola ki yedirirsem(işte oluyor bazen) o olayı unutana kadar kendimi yerim.

Film Evrim idi. Johnny Deep filmlerini de bilim kurgu, fantastik filmlerini de severim.Film kötü değildi ama beklentimi de karşılamadı. Bir kere ilk yarı çok ağır ilerledi. Sonu ise çok sönük kaldı. Lakin konu güzel hakkını yemeyeyim. Sadece konuya yürüyememişler..



Perşembe, Ağustos 07, 2014

Kürkçü dükkanı



Şu fani dünyada yiyecek-içecek anlamında bağımlı olduğum yegane şey. Kahve. Milliyeti benim için hiç farketmez her türlü içerim .Hem ötekileştirmenin, ayrımcılık yapmanın ne alemi var. Filtre kahve, Espresso, Türk kahvesi....

Bu aralar doktor filtre kahve, espresso gibi kahveleri yasakladığı için günde sadece bir fincan Türk kahvesine izin var. Arttırıyorummmm. Bir de benden olsun diyerek günde iki kez Türk kahvesi içiyorum. Resmen bu zamanları seremoniye çeviriyorum.

Kahve içmeden afyonum patlamıyor artık vücut nasıl alıştıysa. Eski işyerim de kahvaltı etmeden daha şekersiz koyu bir kahve ile başlardım güne. Midem artık rahatsız. Birkaç lokma bir şeyler yemeden kahveyi kabul etmiyor bünye. Ramazanda da o yüzden zorlanıyorum. Ne ekmek ne de su kahvesizlik korkusu diye bir şarkı doluyorum dilime. Nee siz sensizlik korkusu diye mi biliyorsunuz. Hayır efendim sensizlik değil o kahvesizlik korkusu bir kere..

Bir şeyler yedikten sonra 07.30 gibi Türk kahvesi yapıyorum kendi ellerimle kendime. Bak bu konuda iddialıyım. Güzel kahve yaparım.

Sonra masama kuruluyorum, bu aralar hangi şaire takıldıysam birkaç şiirini okuyorum bol köpüklü kahve eşliğinde. Başka başka şairlerin şiirlerini okusam da Cemal Süreya ve Can Yücel'in yeri ayrıdır bende. Onların dizeleri kürkçü dükkanı ben de tilki. Başka şairleri okusam da yine dönüp dolaşıp kürkçü dükkanına dönüyorum her seferinde ama her seferinde..

O zaman fonda bir Türk kahvesi fotoğrafı ve bir şiir eşliğinde bu yazıyı tamamlayalım. Ha fotoğraf demişken fotoğraf afyon patlasın çalışmamdan. Kahveye bu kadar düşkünken böyle bir çalışmamın olması çok normal :)

Resim

Bir savaş: Otlukbeli
Bir mavi: Spartaküs
Bir soru: niçin Spartaküs
Bir kuş: nereye gidiyon kuşu
Bir çiçek: bilmem ki çiçeği
Bir su: şüpheli

Bir belge: noterlerinden
Elbet başkent noterlerinden
Bir şair: Ahmed Arif
Toplar dağların rüzgarlarını
Dağıtır çocuklara erken
Bir çocuk: ince burunlu

Ey ince burunlu Güneyli çocuk
Ne soracaksan işte sor
Bir çalgı: fayton
Bir içki: rakı hayır votka
Bir tabanca: tabii dolu
Bir haber: ölümüm yakın

Bir imza: okunmuyor  
 
Cemal Süreya      

Perşembe, Temmuz 10, 2014

Jean Christophe Grange kitapları

Jean Christophe Grange. Fransız yazar. Asıl mesleği serbest gazeteci. Kendisiyle ilk tanışmam Sisle Gelen yolcu kitabıyla oldu. Sonrasında yazarın diğer kitaplarına başladım. Kızıl Nehirler, Kurtlar İmparatorluğu, Ölü Ruhlar Ormanı ve bir kaç gün önce başladığım Taş Meclisi.(ve bitti)

Sisle gelen Yolcu dışında çok ama çok sevdiğimden değildi okumama sebebim. Kafamı meşgul etmek istediğimde okurum böyle kitapları, bana iyi geliyor. Şanslıyım kendime iyi gelen şeyleri biliyorum. Kendine neyin iyi geldiğini bilmeyen o kadar çok insan var ki bu hayatta.

Kitaplar aslında kötü değil ama ne bilim sonlarında hep bir hayal kırıklığı yaşadım. Herşey çok güzel giderken kitabın sonlarında bir sorun oluyor. Nasıl tanımlamasam bu durumu.Vurucu etki yaratmadı. Sönük kaldı. Kurgu, hikaye çok akıcı giderken pat diye birden sonlandı.

Bir de kitaplarında o kadar çok tesadüfi olaylar oluyor ki bu tesadüfler kurgunun büyüsüne olumsuz etki yapıyor gibi geldi. Mesela Sisle gelen yolcuda Mathias Freire'nin psişik kaçış yaşarken büründüğü diğer kimliklerine geçişler inanılmaz tesadüflere bağlı.

Yalnız şunu da takdir etmeli adamın bilgi birikimi ve betimlemeleri çok güzel, çok doyurucu.Bu kitaplardan çok şey öğrendim. Kitabı oku ve geç mantığında bir insan değilimdir. Orada bilmediğim bir kelime, isim, olay, dönem her ne ise işte varsa hemen not eder, daha sonra araştırırım. İşte bu kitaplar bu bakımdan bulunmaz cevher idi benim için..

Şimdi yazarın diğer kitapları var sırada. Henüz almadım. Hafta sonu alırım diye plan yaptım. Aslında internetten de alabilirim. Hatta son dönemde öyle yaptım lakin kitapçıya gidip dolanmanın zevki bir başka hele de yanında tontalak varsa. Tabi tontalak kısmı şaka..

Evde olduğum döneme ait en çok neyi özledim biliyor musunuz? Bey işte, tontalak okulda kitapçıya gidip uzun uzun dolaşmayı. Bir kitap elime alıp yavaş yavaş sayfaları karıştırmayı, merakımı çektiyse bir koltuğa ilişip göz gezdirmeyi. Böyle anlatınca bugünler çok uzak görünmedi gözüme nedense:)

Ne garip Grange kitapları polisiye-gerilim tarzında olmasına rağmen ben acaba neleri öğreneceğim diye merak ediyorum. Sebep belli.Her zaman ki gibi bilgiye inanılmaz derecede açım.

Salı, Haziran 24, 2014

Ejderhamı Nasıl Eğitirim 2

21/06/2014 Ejderhamı nasıl eğitirim 2 -Metrocity
 
Cumartesi yüzme sonrası anneanneye kahvaltıya gittik. Kahvaltıdan sonrada Eray'ın uzun zamandır istediği filme girdik. Ejderhamı nasıl eğitirim 2.
 
Ben önce haftaya gideriz diye ısrar ettim.Devam filmi olduğu için birinci filmi seyretmemiştik. Bu akşam gideriz eve mısır patlaklarımızı da alırız yanımıza birincisini seyreder haftaya da ikinci filme geliriz dedim. Yok dedi adam. Bir şey olmaz ikinciyi seyredelim dedi. Sonrada aslında küçük beyin okulda birinci filmi seyrettiği ortaya çıktı. Hain köfte dedim içimden. Tabi bir şey olmaz kendi seyretmiş.
 
İlk defa o sinemaya gittik, acaba güzel midir diye sorgularken bir de ne göreyim ikili deri koltuklar, dev ekran, klima tam kararında.Beklentimin çok üstündeydi salon. Rahat ettik. Eray ikili koltuğa gidip fotoğrafta görüldüğü gibi yayıla yayıla seyretti. Bende ayaklarımı bağdaş yaptım koydum mısırımı da üstüne. Vallahi evde bu kadar rahat edemezdik.
 
Film Vikinglerin ejderha yarışları ile hızlı bir şekilde başladı. Ve tempo film boyunca hiç düşmedi. Arada sürprizlerde vardı. Film müziklerini beğendim. Bence dublaj başarılı idi. Sadece filmin sonuna doğru savaş sahneleri vardı. Sözün özü ben filmi çok beğendim, tavsiye ederim.
 
Normalde film sonunda tontalağa ben sorarım nasıl buldun diye.Sormama fırsat bırakmadan 'annecim harika bir filmdi' dedi. Anlayın filmi ne kadar çok beğendiğini.
 
Bu aralar sadece sinemaya gidebiliyoruz. Aslında yapacak çok etkinlik görüyorum da sabah saatlerinde oluyor. Ve hafta sonu sabah saatlerinde yüzme var programımızda. Neyse ki hafta sonu olarak yüzme bu hafta son. Tekrar eylülde başlayacak. Yani daha çok zaman ayırabileceğiz diğer sanatlara..
 

Pazartesi, Haziran 23, 2014

Kişisel gelişim kitapları

Akşamdan her şeyi hazırlıyorum ki sabah iki ayağım bir pabuca girmesin. Kitabım bitmişti sabah aklıma geldi ayarlamadığım. Koşa koşa yukarıya çıktım. Okunmamış kitapların arasına baktım hangi kitap olsun diye karıştırdım.

Bunun için havamda değilim...
Bunun için psikolojim uygun değil..
Bunun zamanı değil...

Evet evet zamanı değil. İnanırım okunan kitapların bir zamanı olduğuna. Belki de çok seveceğin bir kitabın o kişi için uygun zaman gelmediği için beğenilmediğine. Düşünün 20'li yaşlarda bir kitabı okuyorsunuz ve diyorsunuz ki 'evet güzel ama bir şey eksik. Belki 30'lu yaşlarda okusaydınız o eksik hiç olmayacaktı.

Sonunda Tanrı Daima Tebdil-i Kıyafetle Gezer'i aldım elime. Arka kapağı okudum aşağıya inmeden önce..

Bir düşünün. İntihar etmek üzeresiniz. Bir adam hayatınızı kurtarıyor, ama karşılığında sizinle bir anlaşma yapıyor. Bundan sonra o ne söylerse sorgusuz sualsiz yapacaksınız. Kendi iyiliğiniz için... Çaresiz, kabul ediyorsunuz ve hayatınızın iplerini tıpkı bir kukla gibi başkasının ellerine bırakıyorsunuz. Ve hayatınız eskisinden çok daha güzel oluyor. Yine de şüpheleriniz var: Bu adam aslında kim? Çevresindeki gizemli kişilerin sırrı ne? Sizden aslında ne istiyor?

Tanrı Daima Tebdil-i Kıyafet Gezer, kendi kendimize koyduğumuz engelleri, korkularımızı ve önyargılarımızı nasıl aşacağımızın, kaderimiz sandığımız mutsuz bir yaşamı, bizi mutluluğa götüren bir yolculuğa nasıl dönüştüreceğimizin hikâyesi.


Yakın zamanda intihar etmek üzere olan bir adamın hikayesini okumuştum dedim kendi kendime lakin her hikaye farklıdır sonuçta diyerek kitabı çantaya attım. Öğle tatilinde çıkardım çantadan. Açık havada, bankta oturmuşum ilk sayfayı açtım.
 
Adam bir adım daha diyor.
 
Her adım attıkça düşünceler, geçmiş hortum gibi adamı içine hapsediyor. Ne kadar çok diğer kitaba benziyor dedim. Sonra aklıma bir soru takıldı. Sahi diğer kitabın adı neydi? Düşündüm, düşündüm, düşündüm bulamadım. Eve gidince bakarım dedim döndüm kitaba
 
İkinci sayfaya geçtim.
 
Bir adım...
 
Varlığım, doğumumdan bile önce başlamış bir yenilgiler dizisiydi. Babam beni kendisini tanımaya layık görmemişti. Annem ona hamile kaldığını söylediği an terk etmişti.
 
Bu adamı da babası terk etmiş dedim. Hikaye ne kadar benzer. Ya neydi bu arada okuduğum diğer kitabın adı? Çıldıracağım taktım. Kitaba tekrar döndüm

Annem, umutsuzluğunu bir Paris barında unutmaya, beni ortadan kaldırmak ortadan kaldırmak niyetiyle mi gitmişti.

Yok artık dedim. Diğer kitapta bu cümlenin geçtiğini o kadar net hatırlıyordum ki... Sonra ortalarını, sonunu karıştırdım. Her cümleyi, kelimeyi yine hatırlıyorum. Ne kadar çok diğer kitaba benziyor dediğim bu kitap aslında diğer kitabın ta kendisiydi. Kitaptaki her cümleyi, kelimeyi hatırlayıp da kitabın ismini hatırlayamamam ise çok endişe verici:)

Kitabı arkadaşım vermişti aslında. Bak beğeneceksin, oku demişti. Kişisel gelişim kitaplarını okumayı hiç sevmem. Bu kitap kişisel gelişim kitabı ama roman tarzında. Üç ay önce okuduğumda şunu düşündüm ben bu kitabı pek sevmedim. Galiba gelişim kitapları için zaman benim için zaman hiç gelmeyecek :)



Çarşamba, Mayıs 28, 2014

Jonh Steinbeck'in oğluna mektubu

Hatırlıyorum da bizim eve bilgisayar üniversite öğrencilik yıllarımda yani 99 yılında girdi. Nerede altı yaşında bilgisayar sahibi olabilmek.

Ödevlerim olurdu yazılacak. Ne yapardık giderdik kırtasiyelere sayfa başına anlaşırdık yazıcı başına yazdırırdık. Ha puntosuna göre bile değişirdi fiyat. Araştırma için okul çıkışı İstanbul Üniversitesinin kütüphanesine giderdim. Yoktu öyle Google amcaya falan sormak. Düşünüyorum da ne şanslıymışız. Bilgiye bu kadar kolay erişilemediği fakat bu kadar da  kirletilmediği bir dönemde yaşadık biz.

Hiç bilgisayar hayali kurmazken annemler böyle olmaz bilgisayar alalım dediler. Ben olmaz dedim maddi anlamda annemlere ekstra bir yük olmak istemedim. Israr ettiler hatta ben istemediğim için bensiz gitmişler. Hiç unutmam 1950 dolara bilgisayar almışlardı da kızmıştım.

Sonra yalan yok rahatlığına da alıştım. Genelde bilgisayarı bilgi amaçla kullandım. İnanılmaz bir pencere açmıştı bana. O dönemlerde bilgiye çok açtım.

Ne yaptım bir hafta bir yazar-şair belirledim. Oturup hayatını delik deşik ettim. İlginç bulduğum şeyleri defterim vardı benim oraya not ettim. Nerede acaba o defter. Kim bilir. Araştırma yaptığım yazarın-şairin kitaplarını okumaya çalıştım. Her okuduğum cümle, her okuduğum dize sanki vitamin, sanki enerji olarak döndü .Ruhumun beslendiğini hissettim.

Dönem dönem değişti ilgi alanlarım. Mesela hamileyken hayvanlar alemi ilgimi çektiydi. Onu araştırdım.

Arkadaşlara oturmaya gittiğimizde ya da geldiklerinde düşünüyor musun 'erkek penguenler kuluçkaya yatıyormuş o dönemde hiç bir şey yemiyorlarmış ve üç ayda vücut ağırlıklarının üçte birini kaybediyorlarmış ayyyy canım dediğimi'. Yok canım dişiler ne oturacak onlarda yemek bulma derdinde diye savunmaya geçtiğimi. Millet ahhh bu hormonlar diye kahkaha atıyordu halbuki bunun hamilelikle ne ilgilisi var canım tamamen yufka yüreklilikten.

Neyse lafı yine çok uzattım farkındayım. Aklıma geldi de ister uzatır ister kısaltırım, burası benim bloğum değil mi üstadım? Bu lafı hep söylemek istemiştim ya araya sıkıştırayım, içimde kalmasın.

Bir süredir yine yazarları- şairleri araştırıyorum.Hayatlarını okuyorum. Bazen soruyorum bu biyografilere beni çeken ne. Kim bilir.

Nereden geldiyse bugün toprağı bol olsun Steinbeck düştü aklıma:) Onunla ilgili bir şeyler okurken oğluna yazdığı mektup çıktı karşıma. Bu mektupla ne hayaller kurdum bir bilseniz. Eray'ım ile mektuplaşıyoruz. Ya da Eray'ım babasıyla mektuplaşıyor. Ama yok yok yazmayacağım hayalimde kalsın düşüncelerim. Kalbimde büyüteyim umutlarımı. En iyisi ben bir babanın oğluna yazdığı mektubu ekleyeyim.

Sevgili Thom,

Bu sabah mektubunu aldık. Mektubuna kendi bakış açımdan cevap vereceğim, Elaine de kendi bakış açısından.

İlk olarak, eğer âşıksan bu iyi bir şeydir, hatta bir insanın başına gelecek en iyi şeydir. Sakın bunu küçümsemelerine izin verme.

İkincisi, aşkın çok çeşidi vardır. Biri bencil, cimri, açgözlü, egoist ve aşkı kendini beğenmek için kullanır. Bu aşkın, çirkin ve sakat çeşididir. Diğeri, senin içindeki iyi olan her şeyi dışa vurmanı sağlar. İyilik, itibar ve saygı. Sadece toplumsal saygı meselesi değil, bir başkasını eşsiz ve değerli görebilmeni sağlayan o daha yüce saygıyı da.

İlk çeşidi, seni hasta, küçük ve zayıf yapabilir, ikincisi seni güçlendirir, sahip olduğunu bilmediğin cesareti, iyiliği ve bilgeliği ortaya çıkarmanı sağlayabilir.

Bunun gelip geçici bir gençlik aşkı olmadığını söylüyorsun.Eğer bu kadar yoğun duygular hissediyorsan elbette gençlik aşkı değildir.

Fakat benden sana neler hissettiğini söylememi istemiyorsun diye düşünüyorum. Hissettiklerini, sen herkesten daha iyi biliyorsun. Sana bu konuda ne yapman gerektiğiyle ilgili yardımcı olmamı istiyorsun; bunu yapabilirim.

Öncelikle sonuna kadar hissettiklerinin tadını çıkar, müteşekkir ol ve şükran duy.Aşkın amacı
en iyi ve en güzel amaçtır. Ona ulaşmaya çalış.

Eğer birine âşıksan o kişiye açılmakta bir tehlike yoktur; yalnızca bazı insanların çok çekingen olabileceğini unutmamalısın, bazen ilan-ı aşk ederken bu çekingenliği göz önünde bulundurmak gerekir.

Kızlar senin ne hissettiğini bilmek gibi bir özelliğe sahiplerdir ama yine de hissettiklerinizi duymak isterler.

Bazen hislerine bazı sebepler dolayısıyla karşılık alamazsın; ama bu hissettiklerinin değerini ya da güzelliğini azaltmaz.

Son olarak, senin ne hissettiğini biliyorum, çünkü ben de aynı şeyleri hissediyorum; sen de böyle hissettiğin için memnunum.

Susan’la tanışmayı çok isteriz. Bu görüşmenin planlarını Elaine yapacak, çünkü bu onun uzmanlık alanı; çok da memnun olacaktır. O da aşkı biliyor, belki sana benden daha fazla yardımcı bile olabilir.

Ve sakın kaybetmekten korkma. Eğer doğruysa devam edecektir. Acele etme yeter. İyi şeyler asla elden kaçmaz.

Sevgiler,
Baban

Salı, Mayıs 20, 2014

İnsanlık nereye gidiyor II

Kötü bir haftaydı herkes için tabii en çok da ocaklarına ateş düşenler için. Tontalak evde olduğu zamanlar pek haberleri açmamaya çalıştık. Haliyle etkileniyor, sürekli soru soruyor. En iyisi hiç açmamak hatta en iyisi kendimizi dışarıya atmak, oyalanmak

Cumartesi sabah 09,30 da Eray'ı yüzmeye götürdük. Ama o da ne İTÜ'nün girişinde inanılmaz bir trafik vardı.Turnike ilerlemiyor, sınav varmış bir on dakika geç kaldık. Yüzmeye tekrar başladığı için tontalak çok mutlu. Bu aralar evden birinin mutlu olması çok güzel.

Yüzme sonrası Erdem'leri ( yüzmeye birlikte gittiği arkadaşı) kahvaltıya çağırdık. Hemen arkadaşla kahvaltıyı hazırladık. Çocuklar kahvaltıdan sonra birlikte çok güzel oynadı, güzel vakit geçirdiler. Ayrılma zamanı gelince tabi bizden kötüsü yoktu. Birbirilerine yine doyamadılar.

Akşama doğru bisikletini alıp babasıyla parka gitti.Neyse ki orda Erdemle karşılaşmış. Birlikte bisiklet sürmüşler, futbol oynamışlar, top sektirmişler.Yorgun argın baba-oğul eve geldi.

Pazar sabah yine yüzme. Ders çıkışı yüzme öğretmeni ile görüştüm. Eray'dan çok memnun. Ayaklarını açık çarpıyor kapalı çarpsaydı bugün bir üst gruba alacaktım ama iki hafta içinde geçer zaten dedi. Hayırlısı dedik.

Bu arada Eray'a duş alırken yardım etmiyorum.Yoksa ıslanıyorum. Alışmalı en azından yüzme sonrası. Sadece karşısına geçip motive ediyorum.Aferin oğluma büyümüş de kendi duş alıyor gibi, ohh şimdi de saçını şampuanla gibi, yüzünü de ovala gibi. Becerebiliyor mu şimdilik hayır. Zamanı gelince onu da öğrenir.

Erdem ve annesiyle çok önceden plan yapmıştık. Babalarda olacaktı lakin Erol'un işi çıkınca anne ve oğulları baş başa kaldık. Yüzme sonrası kahvaltıya gittik nedense pek iştahları yoktu çocukların. Sonra Cafe Nero'ya gidip saat 14.00 deki tiyatroyu bekledik.

Beklerken arkadaşım bana bir şey anlattı. Anlattığı şey ile paranoyaklığıma paranoya kattı.Cumartesi Eray'la babası henüz parka gitmemişken Erdemle annesi parktaymış. Erdem tahterevalli de tek otururken parka bir araba yanaşmış. İki adam. Biri inmiş parkta bir banka oturmuş. Diğeri de inmiş arabanın kenarında beklemiş.

Adamdan rahatsız olan kadınlar tek tek kalkmış. Tek parkta Erdem ve annesi kalmış. Adam kalkmış yerinden Erdem'i tahterevalli de oynatmaya başlamış. Hemen alıp çocuğu sende kaçsaydın dedim. Ayla iki adamın ortasındayım ani hareket edemedim .Bir süre sonra hadi oğlum bak parkta arkadaşın kalmadı diğer çocukların yanına gidelim dedim aldım kucağıma bisikleti şunu bunu almadan kaçtım dedi. İrkildim.

Aslında o anda yapılacak şey polisi arayıp parkta şüpheli davranışlar sergileyen kişiler var diye ihbar etmek. İşte insanın korkudan basireti bağlanıyor. Bence kesinlikle kötü niyetli insanlardı. Durum onu gösteriyor. Artık çocuklarımızı alıp parka da gidemeyeceğiz.Ya da gitsek de hep temkinli olacağız. Kafamızı çevirip başka biriyle sohbet edemeyecek, elimize kitap alamayacağız. Gözleri dört açıp hep çocuğumuzu gözetleyeceğiz. Böyle yaşanır mı? Soruyorum dünya nereye gidiyor. Yok yok insanlık nereye gidiyor. Off içim daraldı konuyu değiştiriyorum.

Aburcuburistan oyunu-18/05/2014 Trump Towers

Saat 14.00 oldu. Tiyatro zamanı. Oyunun adı Aburcuburistan. Verdiği mesaj sağlıklı ve dengeli beslenmenin önemi. Konusu sebze- meyve sevmeyen iki kardeşin (Ayaz ile Alaz) sadece abur cuburların olduğu Aburcuburistan ülkesine yaptığı yolculuğu ve başlarına gelen olayları anlatıyor. Bana göre oyun fena değildi, çocuklar ise bayıldı.Eray çok kahkaha attı yani tam Eray'lık bir oyundu.

Oyun sonrası yemek sonra doğruca eve. Eray hiç itiraz etmeden ödevlerin başına geçti. Sonra patlamış mısır ile sinema keyfi, sonra lego keyfi, sonra, sonra, sonra... Pert oldum.

Pazartesi tatil olduğu için tam kadro evdeydik. Sağolsun Erol bizden önce kalkıp kahvaltı hazırlamış. Tontalak efendi acıdı halime tam tamına 09,00 kalktı. Hiç dinlenmiş hissetmiyordum ya neyse. 

Kahvaltıdan sonra apar topar hazırlandık ortalık kalabalık olmadan alışverişimizi  tamamlayalım dedik.Forum İstanbul'a gittik Eray'a yüzme gözlüğü, bisiklet için kask, mayo vs. ihtiyaçlar alındı. Fiyatları gören Erol off offf dedi durdu.

Yemek yiyip evimize çok sevdiğim(!) ütülerime döndüm. Bu aralar çok huzursuzum.


Oyun :Aburcuburistan 18 Mayıs 2014
Yer :Trump Towers

Not: Bu öğle Eray'ın cuma günü ertelenen mezuniyet, toplu doğum günü adı her neyse onun kutlaması var.
     

Çarşamba, Nisan 30, 2014

Kibritçi kız müzikali içine sıkıştırılmış bir hayal


Eray geçen hafta pazartesi günü okul arkadaşlarıyla birlikte Zorlu Center'a 'Kibritçi Kız Müzikaline' gitti. Müzikali çok beğenmiş. Konusu nasıldı çok merak ettim dediğim de anlatmaya başladı.Saygısız bir adam varmış kibrite gerek yok çakmak işimi görür diyerek kıza saygısızlık yapmış. Ha bir de saygılı adam varmış kızdan kibrit almış, teşekkür etmiş. Şarkılar, müzikler de varmış çok eğlenmiş.

O böyle anlatınca tontalağımı ilk müzikale götürdüğüm gün geldi aklıma. 20/02/2011 tarihinde yani yaklaşık 29 aylık falan. Oyun Sihirli Dadı .Tabii bu tarihi aklımda tutmam imkansız şak diye açtım blogumu buldum tarihi. Evet tarih aklımda değildi lakin yaşadıklarım dün gibi aklımda. İlk defa olması sebebiyle heyecanım, mutluluğum e tabi durur mu durmaz mı tedirginliğim. Küçük olmasına rağmen durmuştu ve ben listeme bir çizik atmıştım ya benden mutlusu yoktu.

Peki bu konularda neden ben bu kadar mutlu oluyorum. Düşündüm. Hatta bu konuya fazlasıyla kafa yordum ve buldum. Bir dönem başkalarının hayatını yaşamaktan muzdarip olan ben isterim ki çocuğum kendi yolunu kendi bulsun. Birilerini mutlu etmek için değil mutlu olacağını düşündüğü mesleği seçsin, saçını mı uzatacak uzatsın, dünyayı mı gezmek istiyor gezsin. Hedefleri, hayattan beklentileri, planları, hayalleri ne ise ben hoşlanmasam da yapmaya çalışsın. Kendi zevkini kendi yaratsın.

O nedenledir ki minicik çocukken bile önüne çok seçenek koydum.Futbola, basketbola, tiyatroya, sinemaya, müzikale, müzeye daha aklıma gelmeyen birçok yere götürdüm. Ve gördüm ki tiyatro-müzikal gibi şeyleri sevdi hatta gitmekten mutlu oldu. Ben de severdim çocukluğumdan beri. Hatta baleye-operaya öyle tutkunumdur ki.

Beni mutlu etmek için değil, zorlama olduğu için hiç değil çocuğumla ileride ortak bir zevkimiz olacak olması düşüncesiydi galiba beni bu kadar heyecanlandıran.

Hep bir tablo geliyor gözümün önüne. Baba 1.90 ,tontalak da o civarda olsun baba-oğulun ortasında 1.60 lık bir anne. Bu arada o zamanlar 1.60 olmam değil mi mutlaka çekerim ay neyse. Bir oyundan çıkıyoruz. Oyun ne olsun diye hiç düşünmeyeceğim tabiki Giselle (bu oyuna üç kere gitmiştim hatta biri Erol'la ilk randevumuzdu yeri ayrıdır bende) Ne diyordum baleden çıkmışız ben ortalarında, kol kola. Dekoru, koreografiyi, kostümleri falan yorumluyoruz. Ayakta olmaz zaten yaş da ilerlemiş siyatik de artmış baleden sonra mis gibi bir kahve iyi gitmez miydi sizce?




Kibritçi Kız Müzikali 21/ 04/2014
Yer: Zorlu Center

Fotoğraflar okulun sitesinden tırtıklanmıştır. Serviste gösteri çıkışı programı incelerken. Allahım ya nasıl da ciddi.

Salı, Nisan 29, 2014

Başka Bir Duygu


Veli toplantısından çıkar çıkmaz Beykoz'a gittik. Erol'a dedim bundan sonra köye pazar değil cumartesi gidelim. Pazar akşam eve gelince ertesi gün iş olması sebebiyle çok zorlanıyorum.

Köye varır varmaz Eray efendi babasıyla hemen işe koyuldu, yoldaki otları temizlediler. Çabucak yorulur zannettim bırakır dedim ama yok gerçekten çok çalıştı oğlum. Bu başka bir duygu. Gerçekten bambaşka. Baba-oğul el birliği ile çalışırken hissettiğim şeyi nasıl anlatsam. Yok bazı şeyler kelimeye dökülemiyor, yaşamak gerekiyor o yüzden siz anladınız di mi beni.

Kayınvalidem patlıcan, biber, fasulye, salatalık ve bunun gibi bir sürü şey ekmiş, bahçede gezip onlara baktık. Anladım ki ben bu işi hiç anlayamayacağım. Herkes herşeyi anlayacak değil ya..

Her zamanki gibi ızgara yakıldı, yemekler yenildi, çaylar içildi. Yola çıkmadan önce kendime ıspanak arkadaşlara verilmek üzere marul, soğan ,maydanoz topladım. Topraktan mıdır? havadan mıdır? artık bilemiyorum tontalağıma bak yine dinginlik geldi.

Akşam arkadaşa topladıklarımı verince ısrar etti hadi çaya gelin dedi. Tontalağım da arkadaşı Erdem'i çok özlemişti geri çeviremedik ama önce eve geçip köyde olduğumuza dair ipuçlarını veren üstümüzdeki kıyafetlerden kurtulduk. Erayıma Erdemlere gideceğimizi söylediğimde

'Annecim sen harika bir annesin iyi ki doğmuşsun'

dedi. Muhabbet güzeldi, çocuklar birbirini gördüğü için çok mutluydu. Güzel güzel oynadılar.

Pazar kahvaltıdan sonra Eray babasıyla Hansel ve Gretel oyuna gitti. Ben de köyden getirdiğim ıspanağı temizledim, yıkadım, ocağa attım. Gerçekten marketten aldığım ıspanaktan çok farklı oluyor tadı.Tiyatro çıkışı Eray koca bir tabak yedi.

İki oda ve mutfağın perdeleri yıkandı, ütülendi, camları silindi. Geriye salon ve yatak odası kaldı. Pazar günü gerçekten çok yoruldum sabah 09:00 akşam 20:00 sürekli hareket halindeydim.23.00 de çamaşırları asıp yattım.

Alarm yeni bir haftaya başlangıç yapmak için her zaman ki saatinde yani 06.25 de çaldı.

 27/04/2014 -Hansel ve Gretel
Göktürk Kültür Merkezi

Salı, Nisan 22, 2014

Rio 2


Çocuk kanallarında fragmanları döndüğünden beri Rio'ya gitmek istiyordu tontalak efendi. Seri filmi olduğu için birincisini izlettirdim lakin kendim izlemedim. Ah izlemediğime ne kadar pişman oldum. Filmi ben çok sevdim. İlk fırsatta birincisini de izleyeceğim.

Filmin hikayesi iyiydi. Kısaca yazayım;kendilerini mavi makav türünün son kuşları zanneden Harika ve Mavili televizyonda bir haber izler. Amazonda makav kuşlarına ait bir iz bulunmuştur. Bunu duyan Harika ailesiyle birlikte Amazon'a gitmek istemektedir çünkü çocuklarının doğal hayatı yaşamalarını arzulamaktadır.Mavili pek istemese de bir anda kendilerini Amazon'a keyifli ama bir o kadar da tehlikeli bir macera içinde bulurlar.Bu arada Amazonda Harikayı bir sürpriz beklemektedir. Onu yazmam, sürprizi bozmam. Ha bir de önceki bölümü izleyenler bilir kötü papağan Nigel intikam peşinde koşmaktadır.

Filmin müzikleri ve dansları çok keyifliydi. Dublaj ise oldukça iyiydi. Maviliye üzerinden hiç eksik etmediği GPS ve bel çantasına bayıldım. Hele Nigel'in trajik ölüm sahnesi vardı ki lokum lokum.

Sonuç olarak eğlenceli, esprili ve görsel olarak doyurucu bu filmi kaçırmayın:)

Rio 2- 19/04/2014  Trump Towers