Cuma, Kasım 28, 2014

Savunma modu

 
 
Baba-oğul tartışırken tontalak der ki;
 
-Babacım sende pıt diye hemen savunma moduna geçiyorsun.
 
---------------------------
Sırasının üstünü bazı arkadaşları tontalak görmeden kalemle çiziyormuş. Geçen gün ikizlerden birini kocaman bir daire çizerken görmüş.
 
-Oğlum gördün madem hemen öğretmenine söyleseydin ya sonra hep senin yaptığını zannediyor.
-Annecim illaki hemen öğretmene mi şikayet etmek lazım. Önce anlatmayı denesek olmaz mı?
-Olur tabii. Anlattın mı?
-Anlattım
-Anladı mı peki.
-Anladı tabii, neden anlamasın silgiyle hemen sildi.
 
Demek ki neymiş bazen annelerde çocuklardan bir şeyler öğrenebilirmiş.
------------------------------
 
Deyimleri, atasözlerini konuşmalarında kullanmayı pek seven tontalak arada yanlış yerde kullandığı oluyor.
 
-Annecim basketbol maçına götürün beni ne olurrrrr.
-Olur tabii neden olmasın.
-bir kere Hayati abi ve çocuklarıyla gitmiştim ya çok eğlenmiştim
-aaaa sen o günü hatırlıyor musun?
-Evet avucumun içi gibi hatırlıyorum hem de:)
 
Öğrendiği zaman da affetmez..
 
-Babacım bilgisayarı açar mısın, orada resim çizeceğim
-Oğlum karışık bir şey o bilemezsin.
-Avucumun içi gibi biliyorum ben onu..
 
------------------------------------
 
İş başımı aşmışken birşeyi araştırmamı isteyen tontalak
 
-Offfff Eray işim var nereden bulacağım şimdi onu ben
-YouTube aç annecim, youtube dan bulabilirsin..
 
----------------------------------
 
O gün tontalak ters tarafından kalkmıştır.Annesine fotoğrafını çektikten sonra ki tepkisi..
 
- annecim o fotoğrafı facebooka meyısbuka koyayım deme sakın...
 
-----------------------------------
 
Keyfi gıcır olduğu bir gün
 
-Annecim seninle birlikte selfie çekmeye ne dersin ?
 
--------------------------------------
 
Anne ve baba bir konuda anlaşamaz(Eray'a alınacak oyuncağın fiyatı konusunda)
 
-( ellerini havaya kaldırarak) tamam tamam tartışmayınnn oylama yapalım o zaman
 
:)))
 
 
Not: Video bu öğlen tatilinden. Sincapların bugün bir dertleri, heyecanları vardı belli hiç susmadı çünkü dilleri. Keşke biraz daha uzun çekseymişim...
 
 

Çarşamba, Kasım 26, 2014

Yaz güzel yazını kurtar balığını

Dün akşam Eray okul çıkışı anneannede olacağı için iş çıkışı direkt oraya geçtim. Eve vardığımda saat 18.10 idi. Evin işe yakın olması ne güzel bir nimet Yarabbi. Yol savaşçısı, zaman avcısı ben bunu bir kez daha anladım.

Eve gider gitmez babası gelene kadar ödevlerini yaptırdım.Saate baktım 19.45. Şaşırdım. Daha dünya kadar zaman var gecenin bitmesine.Yine uzaklığa hayıflandım.

Annemin bahçesine çıktım. Nefes alabilmek için. Arada oluyor böyle. Sonra bir şey almak için mutfağa girdim. Arkamı döndüğümde beni izleyen parlak bir çift göz. Birden gördüm ya korktum. Zaten kendisine de dedim. Korkuttun beni kedicik. Tombalak bir şeydi biraz da nasıl demeli mesafeli. Ben konuştukça dinledi yalan yok ama bana mırrr bile demedi. Galiba onun da aklı başka yerdeydi. Üşüdüm çok içeri girdim.


Baktım ki whatsapp'tan mesaj gelmiş. Bir fotoğraf ve bir not. Yaz güzel yazını, kurtar balığını. Kocaman bir kartondan fanus yapılmış asılmış duvara. Ve balıklar fanusun dışında uzakta. Çizgiyi taşırmadan güzel yazı yazanın balığı fanusa yaklaşıyor.Yaklaşıyor, yaklaşıyor taa ki fanusun içine girene kadar. Ve zavallı balıkçık kurtuluyor. Bir veli de karşılık vermiş esprili bir şekilde. Eee bizim balığa yazık o zaman..

Tüm çocuklara yazık aslında.

Bu aralar sıklıkla ilkokul öğretmenimi anar oldum. Sevim öğretmenim.

Derse iştirakımızı sağlamak için bizi hediyelere boğmazdı. Onun dersinde uslu(!) durduğum için sticker aldığımı da bilmem. En düzenli dolabı seçip hediye verdiğini ya da İngilizcenin yıldızlarının seçilip çikolataların gözümün önünde yendiğini de hatırlamam.Öğretmenimizin bize bir aferin demesi ya da defterimizin üst köşesine bir yıldız iliştirmesi yeterdi. Bize sorumluluklarımız ve görevlerimiz bir karşılık alınılarak öğretilmedi. Ben öğrenmek, öğrendiğimi pekiştirmek için parmak kaldırdım. Çünkü o bilinç bize taa küçükken yerleştirildi.

Tamam kabul zaman bizim okuduğumuz zaman değil, çocuklar da eski zaman ki çocuklar değil. Bir noktaya kadar çocuğu motive etmek adına yapılan şeyleri anlamaya çalışıyorum da lakin öyle bir hal aldı ki artık bence suyu çıktı.

Örnek davranış sergileyen öğrenci kukla kurbağa Fridie'yi haftasonu eve götürecek, dolap düzenliyse hediye kazanılacak, her parmak kaldırdığında yıldız tablosuna sticker yapıştırılacak, düzenli defteri olan tahtaya çıkıp o fotoğraf karesine girecek, çizgileri taşırmadan yazan balığını kurtaracak, çizgiyi taşırdıysan eyvah balık nalları dikecek...

Adım başı şunu yaparsan şunu alırsın mesajları. Ya almadığında ne olacak. Çocukların sürekli kendi aralarında bir yarışın içine sokulmaları. Kızım hayat zaten bir yarış demesin kimse sakın.Motive edilen çocuklar tamam da ya diğerleri. Bir şeyleri kazanamayan çocukların hissettiği duygu nedir?Parmağımı önce ben kaldırdım hani benim stickerım dermişim.. Tabi ki başarısızlık.

Başım bir dünya kalktım annemden. Sonra tontalağı babaanneye götürmek için yola çıktık. Bugün ve yarın TEOG sınavı olacağı için okullar tatil ya çocuk bizimle sabahın kör karanlığın da yollara dökülmesin, sabah uyusun dedik. Giderken arabada da tontalak ile çok güldük.

Annecim eskiden sayıları kaça kadar sayabiliyordum diye sorması fitilledi sohbeti. Ben de başladım anlatmaya.

-Bi, ki ,çü diyordun biliyor musun dedim. Çok güldü.

-Peki anneye ne diyordum dedi.Arkamdan anniiiii diye bağırıyordun dedim. Anni diye höykürdü.

-Peki babama ne diyordum dedi. He işte bu en komik tarafı. Babana da annii diyordun ve baban çok bozuluyordu dediğimde gülmekten kıpkırmızı oldu. Erol devreye girdi bu sefer. İlk baba dedin oğlum annene bakma sen. Tamam sonra anniii dedin bana ama önce baba dedin deyince bu sefer ben araya girdim. Oğlum bebekler belli aydan sonra ba ba ba, de de de gibi sesler çıkarır babanda hep baba dediğini sandı neyse kırmayalım çaktırma.. Kahkaha atmaktan sesi çatallandı.

-Peki babaanneme ne diyordum dedi. Babaannene bebeğim lafından türeme bebem derdin acayip de tatlı dilliydin dediğimde çok hoşuna gitti.

-Peki anneanneme ne diyordum. Oğlum bunda bilemeyecek ne var. İki tane anni anni birleştir oldu sana annianii.. Gülmekten kırıldı.

-Peki teyzem (zeze derdi), peki bu, şu, o derken o kadar eğlendik ki babaanneye hangi ara vardık anlamadım.

Gece kırk kere uyandım. Tamam üstü açılmış mıdır, terlemiş midir diye kontrol edilecek bir tontalak yoktu evde. Lakin kaç yılın alışkanlığı bu ya bir gece de kırılır mı?


Not: Maşallah güzel okuyor Eray. Şu an Y harfindeler. Yaniiii artık Ayla'yı okuyup yazabiliyor. Yoksa sen okuma ustası mısın diyorum okudukça.Çok hoşuna gidiyor bu laf.



Salı, Kasım 25, 2014

Dördüncü Bölüm: Hacı Bektaş-i Veli Müzesi ve Talas

Kırkbudak Şamdanı

16.45 de girdik müzeye. Yani kapanmasına tam 15 dakika kala. Alelacele önce Hacı Bektaş-i Veli'nin türbesine girdik ve dua ettik.Sonra artık ne görebildiysek gezdik. Orada en rahatsız edici bölüm daha müzenin  kapanmasına 7-8 dakika varken görevlinin kaba saba hareketleriyle ziyaretçileri taciz etmesi. Haydeeee kapatıyoruz gibi söylemleri. Maneviyat dolu yerlere görevli diye dikilen adamlara bence dikkat edilmeli..

Kırkbudak şamdanı Bektaşilerde erenler meydanına konulan kırk kollu büyük şamdanmış. Sonra aceyle girişin hemen sağındaki çilehaneye baktık.

Çilehane

Çile dönemi ; dervişlerin manevi yetkinliğe ulaşabilmek için kendilerini dünyevi ihtiyaçlardan yoksun bıraktıkları içe kapanış dönemiymiş. Çile ile nefsini terbiye eden kişi kamil insan durumuna ulaşırmış. Bu gördüğümüz çilehane Hacı Bektaş-ı Veli zamanından günümüze ulaşan tek yermiş ve Külliye'nin çekirdek kısmını oluşturuyormuş.Hacı Bektaş-ı Veli'nin kırk gün kırk gece burada kaldığı söylenir.

Gönül isterdi ki o kadar uzun yoldan geldikten sonra biraz daha görmek, bilmek, hissetmek. Lakin din don saat 17.00 oldu ve biz çıktık.  Dönüş yolculuğumuz çok sessizdi. Eee herkes çok yorgun tabii.

Sabah süper kalktım yataktan. Hastalığım daha iyiydi. Ohh dedim bugün keyifli gezerim. Tam kahvaltıya oturdum ki aklıma ne geldi. Günlerden pazartesi. Yani bizim programın yattığının kanıtı. Programda Kayseri'deki müzeleri gezme işini cumartesiden pazartesiye kaydırmıştık gitti canım Etnoğrafya müzesi.

Bir umut baktık ama kapı duvar. Müzelerin pazartesi (bazı yerlerde perşembe) kapalı olacağını adım gibi biliyorken nasıl unuturum diye kendi kendimi yedim :) Sonra aman deyip şehir turu yaptık. Talas'a çıktık mesela. Talas Seyir Tepesinde fotoğraflar çektirdik.


Zaten Kayseri-Kapadokya çevresini üç günde gezmek imkansız. En az 7-8 gün. Biz ilk defa 2009 yılında tontalak küçükken kalabalık bir grupla gitmiştik. Soğuk hava da önce tereddüt etmiştim ama sonra iyi ki de gitmişiz demiştim. Tontalak kültürel açıdan olmasa da kalabalık olarak gezmemize bayıldı.


2009-Zelve Açık hava müzesi
 
 
 
2014- Göreme Açık hava müzesi- Baba- oğul el ele
 
Zaman hızla akıp gidiyor blog. 2009 da babasının kucağındaki bebek 2014 yılında arkadaş olmuş yanına. Allah sağlık ve ömür verirse eğer 3-4 yıl sonrada aynı bölgeye görmediğimiz yerler için tekrar plan yapacağız. Bu sefer de annesinin kolunda annesinin boyunu aşmış bir delikanlı olarak poz verecek inşallah yanında.

Bir dahaki gezimizde görüşmek üzere hoşçakalın efenim :)

Kayseri-Nevşehir gezileri : 14-17/11/2014

Diyalog


Dün en sonunda başkan seçimi oldu sınıflarında. Hastalıklardan sebep bir türlü toplanıp seçim yapamamışlardı. Başkan Ahmet Alp, yardımcısı da Beyza olmuş.Teyzesi oyunu kime verdiğini sorduğunda hiç söylenir mi, söylemem gizli olur dedi. Hoş ben adaylara baktığımda kime attığını tahmin edebiliyorum :)

Biliyorum ki tüm çocuklar başkan olmak istiyordu o gün sınıfta. Kim olmak istemez ki. Öğretmenleri başkan seçimi yapacağız seçme-seçilme-demokrasi gibi kavramları öğrensinler diye ama başkan bir yıl süreyle başkanlık yapmayacak demişti. Ve eklemişti o kadar küçükler ki o yüzden sırayla başkanlık yapacaklar. Nedense bu haber beni gülümsetti..Gerçekten bazı şeyleri anlayamayacak kadar çok küçükler.

Dün çalışırken Eray ile babaannesinin bir diyalogu aklıma geldikçe güldüm. Kıkır kıkır hem de. Karşı masamda ki Talip beye de anlattım, birlikte güldük. Hayat ne garip. Babamın iş arkadaşları benim de mesai arkadaşlarım oldu. Buranın bahçesinde koşarken amca-teyze dediğim kişiler şimdi benim için bey-hanım oldu. Dedim ya hayat çok garip.

Sonra başka bir diyalog aklıma geldikçe sinirlendim. Bunu Talip beye anlatmadım tabii. Nedense insanlarla beni gülümseten, sevindiren,coşturan diyalogları paylaşmayı seviyorum da üzen diyaloglardan neredeyse hiç bahsetmiyorum. Galiba sevinçlerin paylaştıkça çoğaldığına inanıyorum da acıların paylaştıkça azaldığına inanmıyorum.

Eray ile babaannesinin diyalogu aklıma geldikçe tekrar güldüm. Sonra başka bir diyalog aklıma geldikçe yine sinirlendim. Eray'ın babaannesi ile diyalogunu hatırladım, tebessüm ettim. Sonra o diyalog aklıma geldikçe yine sinirlendim. Kendimi tanıyorum o iki duygu arasındaki geçişler öyle sert olmuştur ki yüzümde acaba Talip bey dün ne düşünmüştür.Bir odada tek başına çalışmayı seviyorum ben. Geçişleri kontrol etmek zorunda kalmıyorsun en azından.

Şimdi efenim diyalog bu ya bir katırlar bir de eşekler varmış. Katırlar gezerken eşekler çalışırmış. Bak sen. Bu diyalogun baş kahramanı da bir uydurukçuymuş. Diyalogun sonunda gökten üç elma düşmemiş. Neden düşsün. Diyalog baştan sona yalanmış.  

Sonra Eray ile babaannesinin diyalogu aklıma geldikçe güldüm. Hafta sonu akşamı;

-İyi geceler, tatlı rüyalar oğlum
-İyi geceler babaannecim beni rüyanda gör
-tamam oğlum sen de beni rüyanda gör

(Merdivenlerde durur rahat bir dakika düşünür tontalak)

-Tamam ya babaanne herkes rüyasında ne isterse onu görsün

Ve sonra bir diyalog aklıma geldikçe...


İlk oy kullanma : :) 24/11/2014
Yer: Tontalağın ilkokulu
Seçim: Sınıf başkanı seçimi
İlk Başkan: Ahmet Alp

Pazartesi, Kasım 24, 2014

Üçüncü Bölüm: Göreme Açık Hava Müzesi- Özkonak yeraltı şehri


Aynalı kiliseden çıktıktan sonra Göreme Açık hava müzesine doğru yol aldık. Giriş 20 lira. Benim müze kart sürem dolmuştu, Erol'un devam ediyordu. Hemen oracıkta bir müze kart edindim. Eğer gezmeyi seviyorsanız kesinlikle çok karlı bir alışveriş oluyor, tavsiye ederim.40 tl ücreti ve bir yıl geçerlilik süresi.

Çocuklar ücretsiz bu arada. Geçmeleri için bir bilet verdiler onlara ve okutup geçtiler. Bir görseniz havaları oldu 1500. Altı üstü bir bilet değildi onların nazarında,birey olduklarının en güzel kanıtıydı kanımca. Tüm gün sakladılar. Özkonak yeraltı şehrinde bile onu gösterdiler:)

Göreme Açık hava müzesinden bahsedelim efenim. 2. yüzyılın sonlarında iki piskoposluk bölgesi bilinmekteymiş. Bunlardan biri bölgede uzun süre Hristiyanların merkezi olacak Kayseri, diğeri de Malatya. 3.yüzyılda kuvvetli şahsiyete sahip rahipler bu bölgeyi dini düşünce ve yaşantının canlı yaşantısı haline getirmişler.

4. yüzyılda Kapadokya üç büyük azizin (Kayseri psikoposu büyük Basil, kardeşi Nyssalı Gregory ve Nazianuslu Gregor ) memleketi olarak bilinirmiş. Bütün Hristiyanlık fikirleri, bu hocalar tarafından birleştirilerek yeni bir şekil verilmiş. Aziz Basil'in davranış ve doktrinleri bugün bile Hristiyan toplumları için önemliymiş.

Aziz Basil, çok sofu bir hayatı tercih etmemiş, köy ve kasabalardan yeteri kadar uzakta, toplumların manevi sığınak yeri olarak küçük yerleşim yerleri kurmuş(kayalara evler oymuşlar). Buralarda bir vaizin nezaretinde günlük dini ibadetler yerine getirilmiş. Fakat bunlar Mısır ve Suriye'de olduğu gibi diğer Hristiyanlardan ayrı özel ve imtiyazlı gruplar haline sokulmamışlar. Aziz Basil'in Kapadokya kiliselerinde yapmış olduğu en önemli reform cemaatle dua usulünü yeniden kurmasıymış. Bugünkü Göreme Açık Hava Müzesi bu eğitim sisteminin başlatıldığı yermiş. Soğanlı, Ihlara, Açıksaray aynı eğitim sisteminin daha sonraları görüldüğü yerlermiş.

İlk girdiğimizde Aziz Basil Şapeli çıktı karşımıza. Sonra aklımda kaldığı kadarıyla kiliseler; Elmalı Kilise, Barbara kilisesi, Yılanlı kilise, Çarıklı kilisesi ve Karanlık kilise. Karanlık kiliseyi gezemedik. Çünkü ekstra 10 tl istiyorlardı. Zaten çocuklar bir oradan bir buraya koşturdukları için dışarıdan baktık ve döndük. Kilisenin içlerine ait hiçbir fotoğraf yok bende.Çekim yasak. Ama uyan kişi ne kadar var o tartışılır..
 
Şimdi fotoğraflarla Göreme Açık hava müzesi. Buyurun birlikte gezelim..
 
 
 









Burası yemek yenilen yer. 40-50 kişi sığabilirmiş.
 
Göreme Açık hava müzesinden sonra düştük yine yollara. Çok acıkınca yolda bir yerde mola verdik. Galiba Zelve idi orası. Gözlemeci gibi bir yere girdik. Her yer duman altı. Arkamıza bakmadan kaçtık. Birkaç fotoğraf da o çevrede çektik.
 
 
 
 
Yolda tekrar sıra sıra gözlemeciler gördük. Çocuklar başladı mızıldanmaya biri der ben dürüm isterim diğeri der dürümün içine et isterim. Olanla yetinmeyi bilmelisiniz dedik, onlarda yemeyiz dediler. Sonra temiz olduğunu düşündüğümüz bir yere girdik. Ah adını tutsaymışım ya aklımda, gözlemeleri çok lezzetliydi. Yemeyiz diyen çocuklar elimizde olana yumuldu. Tontalak çok lezzetliymiş zaten ben gözlemeye bayılırım bile dedi. Ufonun karşısında mayıştık. Sıcağı hissedince aslında ne kadar üşüdüğümüzü fark ettik.
 
Arabaya bindik tartışma başladı.Zaman kısıtlı. Ben Derinkuyu yeraltı şehrine gitmek istiyorum, Erol Hacı Bektaşi veli müzesine. İkisi de uzak. Derinkuyu yeraltı şehrine yetişemeyeceğimiz kesinleşince artık başka geziye dedik.
 
Hacı Bektaşi'ye gitmeden önce Özkonak yeraltı şehrine uğradık. Müze kart geçerli. Yeraltı şehirleri Kapadokya'nın en ilginç kültürel zenginlerinden biri. Bu şehirler yumuşak tüfün oyulmasıyla oluşturulmuş.Yeraltı şehirlerin yapılış amacı ise; tehlike anında halkın geçici olarak sığınmasını sağlamakmış. Yeraltı şehirleri aynı zamanda yörede bulunan hemen hemen her eve gizli geçitlerle bağlantılıymış.
 

 
 
Bu yeraltı yerleşim yerlerinde uzun süre olağanüstü zamanlarda kullanılmak üzere oturma birimleri, ahır, erzak depoları, kiliseler, şırahaneler, öğütme taşları bulunmaktaymış. Ayrıca havalandırma delikleri, katlar arasında haberleşmeyi sağlayacak sistem ve savunma amaçlı sürgü taşları da varmış. Özkonak yeraltı şehrinde Kaymaklı ve Derinkuyu yeraltı şehirlerinden farklı olarak katlar arasından haberleşmeyi sağlayacak çok dar ve uzun delikler bulunmaktaymış.
 
Özkonak yeraltı şehrine girerken bir uyarı ile karşılaşıyorsunuz. Astım ve kalp hastalarının girmesi yasak. Oraya girince nedenini anlıyorsunuz :) Küçük bir yeraltı şehriydi o nedenle çarçabuk gezip, çıktık. 8 katlı Derinkuyu içimde kaldı ya neyse. Yine yollara düştük.
 
Eyvah güneş batıyor, müzenin kapanmasına çok az kaldı. Acaba yetişecek miyiz?
 
 

 To be continued
 
 
 




Cuma, Kasım 21, 2014

İkinci Bölüm : Temenni tepesi, Aynalı Kilise


Erkenden ayağa dikti bizi Erol. Neymiş efendim program yetişmezmiş. Kahvaltımızı alelacele ettikten sonra ilaç aldım. Çünkü o sabah çok kötü kalktım. Görüntü iyi kötü var da ses yok.Yok yazarken düşündüm de görüntü de yok ses de yok.

Erol pilot, İsmet de co pilotumuz. İlk olarak Ürgüp'te Temenni tepesine gittik. Temenni tepesi tepede bulunan türbeye çaput bağlanıp dilek dilenmesi nedeniyle bu adı almış. Teras şeklindeki seyir balkonuna çıkınca inanılmaz bir manzara ile karşılaştık. Tepede bir de Aslan Gazi türbesi vardı. Bu türbenin de hikayesi efenim şöyle;


Tarihsel süreçte prensler, emirler, vali ve sultanlar yenilgi ve kaçgunlarda tüneller ve yeraltı kentler ile önemli bir güvenlik merkezi olan Ürgüp'e sığınırlarmış.

Anadolu Selçuklu Devleti döneminde, sultanların kardeş kavgaları ve Moğol İstilasında, Selçuklu Sultanları IV. Rüknettin Kılıçaslan ve III. Alaattin Keykubat da Ürgüp'e sığınmışlar ancak yakalanarak öldürülmüşler.

Anadolu'da Moğol taraftarı Selçuklu veziri M.Pervane askerlerince Aksaray'da Kılıçaslan'ın şarabına katılan zehir etkili olmayınca Ürgüp'e kaçmış. Ancak burada da Araslan mevkisindeki kayalıklarda yakalanmış.Geleneklere göre sultanların kanı akıtılamayacağı için yay kirişi ile boğularak öldürülmüş ve naaşı Konya'ya götürülerek sultanların gömüldüğü Kümbethane'ye defnedilmiş.

Ürgüp halkı, Moğallara karşı bağımsız Selçuklu devleti ideali için şehit olan Aslan Gazi'yi üzerinden 586 yıl geçmesine rağmen unutmamış ve hatırasını yaşatmak için 1852 yılında bu türbenin yaptırılmasını sağlamış.

Çok fazla zaman kaybetmek istemediğimiz için tekrar yola düştük. Göreme'ye doğru giderken bazı yerlerde fotoğraf molası verdik.





 
Göreme'de ilk olarak Fırkatan Kilisesi olarak da bilinen Aynalı kiliseye girdik. Aynalı kilise denilmesinin sebebi de geometrik örneklere sahip fresklerin karşılıklı olarak yapılmasıymış. 
 
Görevli ilk olarak fener tutuşturdu elimize. Çocukları güvercinliklerden uzak tutun dedi birde. Aynalı kilisede tehlike anında sığınılan mekanlar ve bu mekanlara gidilecek gizli geçitler,tüneller var diye görevli güzel güzel anlatırken biz de heyecanla dinlerken birden Eray ve Duru kaptı elimizden fenerleri. Doğruca koştular kiliseye. Nasılda giriyorlar tünellere.Onlar rahat hareket ediyor tabii. Pıtır pıtır koşuyorlar korkusuzca. Arkalarından biz bağırıyoruz. Koşmayın, düşersiniz, uçarsınız, kaybolursunuz, yanlış yere saparsınız yok dinlemiyorlar.
 
 
 
 
 Sonra bir tık sonrası. Yani uyarıdan tehdide geçiş noktası :) Eray evladım bir yakalarsam var ya napcam seni, sen görürsün gününü, eve gidelim hele.Neyse ki bir yerde yakaladık onları. Tünelde iki büklüm ben önde arkam da Eray, onun arkasında Duru,onun arkasında da annesi. Papaz bir kere pilav yer arkadaş sıkıştırdık aramızda onları. Ha unutmadan önümde de bir grup var.
 
Laylaylom diye eçiş bücüş tünelde yol alırken öndeki kız bağırmaz mı ay ben dayanamıyorum, fenalık geldi geri döneceğim diye. Geri geri iki adım attı ve ben kibarca hop dedim.Ama gerçekten kibarca dedim. Hoopppp. Sonra devam ettim.Hanımefendi devam etmelisiniz çocuklarla geri geri yürüyemeyiz. Öfleye pöfleye gitti kız ama ne söylendi ne söylendi. Tünel bitince kız arkadaşı kızdı ona şu çocuklardan utan diye:)
 


Bakmayın böyle süt sökmüş kedi gibi durduklarına

 
 
Elhasıl Aynalı kiliseyi beğendim ben. Çok koşmuşum, arabaya nasıl kendimi attım bilemedim. Sonra ayılıp bayıldığım Göreme Açık hava müzesine doğru yol aldık. Onu da sonra yazarım
 
Göreme Açık Hava müzesi. Görüntü yok ses yok hasta hanımiğnesi
 
Temenni Tepesi- Ürgüp -16/11/2014
Aynalı Kilise- Göreme-16/11/2014

Birinci Bölüm: Erciyes ve Cıvıklı

 
Fotoğraflar öyle dağınık ki bir türlü toplayamadım.Toplayamayınca da yazamadım.Zaten hastayım yazmak da gelmedi içimden. Geçen perşembe akşamı boğazım ağrımaya başlayınca nayır, nolamaz, nolmamalı, nüçün, nasıl, neden şimdi gibi höykürmelerimden sonra evrene mesaj saldım. Ben hasta olmayacağım...
 
Evren yine yanlış yerinden anladı lafı.Cuma sabahı borazan gibi bir ses, vücut kırgınlığı, hapşırık, tıksırıkla kalktım. 16.00'e kadar zor zar çalıştım. Sonra işten izin alıp anneme geçtik Eray'ı aldık.Yol uzun okuma ödevini arabada yaptık. Cuma trafiğine kalmadan vardık Europark otoparkına. Fiyatlar çok uygun olduğu için arabayı orada bıraktık. Sonra servisleriyle 2 km uzaklıktaki Sabiha Gökçen havaalanına vardık.
 
Hayatımda yaşadığım en kötü uçak yolculuğuydu. Dayanamayacak hale gelince attım kendini Erol'un dizlerine. Gözlerimi kapadım inişe geçinceye kadar yattım. Eray'ın keyfi yerinde. Çok heyecanlıyım dedi yolculuk boyunca.
 
Gece ağrılarımdan mütevellit uyumadım. Sabah da zombi gibi kalktım. O gün geç başladık programa Erol'un Kayseri de işi olması sebebiyle. Doğal olarak Nevşehir'e geçemedik, Erciyes'e çıkarız bir iki kar topu atarız dedik birbirimize.
 
 
İlk defa teleferiğe bindi Eray o gün. Binerken annecim sen bilmiyor musun benim yükseklik korkum olduğunu dedi. Ama bunu söylerken de bir yandan da biniyor hasbam:) Eray'ın yanında bu zamana kadar hiç dillendirmesem de ben de yükseklikten korkardım küçükken.Küçükken dediğime bakmayın nükseder bu korku bazen.Bu arada çok eğlendik teleferikte. Taa ki tipi başlayana kadar. Çocukların hoşuna gitti gitmesine de benim o yükseklikte pek hoşuma gitmedi.
 
Evet kabul çocuklarla gezmek biraz zor ama onlarla gezmenin öyle güzellikleri var ki. Zorlukları değil de kolaylıkları görmeye çalışınca gezi lokum oluyor gerçekten. Çocukların karla buluşmak için heyecanını izlemek, kahkahalar atması, sıcak çikolata içerken mutlulukları, teleferikte bir yandan Ankara'nın bağlarını söylerlerken bir yanda da göbek atmalarını görmek varken neden olmadık yerde anneeeeeee çişim geldi, her hediyelik eşya dükkanında anneeee onu istiyorum ,anneeeee tavuk döner yemem et döner isterim, dürüm isterim demelerine takılayım ki.. Takılmadım da
 
Henüz kayak sezonu açılmamış, yeterli kar yok çünkü. Yükseklere çıktıkça kar vardı işte kar topu oynayacak kadar.Bize ve çocuklara yetti. Yalnız şunu diyeyim çok çok soğuktu. Rüzgar o tepede öyle esiyordu ki durulacak gibi değildi. Attık kendimizi bir cafeye.Bizler kahve içip ısınırken minikler de kendilerine sıcak çikolata söyledi. İçtiğim en kötü ve soğuk kahvelerden biriydi ya neyse.
 
 
Kemiklerimizi ısıttıp, azcık dinlendik sonra teleferikle tekrar aşağıya indik. Çocuklar bu kısmı pek sevmedi. Kara doyamadılar çünkü.
 
Sonra Erol develiye gidip develi cıvıklısı yiyeceğim diye tutturdu. Birinden duymuş. Kayseri'ye gidersen sakın cıvıklı yemeden dönme demiş. Ahh o her kimse onu bir yakalarsam ne yapacağımı bilmiyorum şimdi ama iyi şeyler olmayacağı kesin:) Git git yol bitmiyor arkadaş. Bilmem kaç km den sonra vardık Develi'ye. Niye? Sadece yemek için. Geçmiş zaman bir pazar canım köfte çekti kalk hadi Tekirdağ'a gidelim, yiyelim diye başımın etini yiyen bir adam bu.Neden bu kadar şaşırdıysam cıvıklı yemek için 100 km teptiğimize. 
 
Efendim vardık sonunda Develi'ye.Nerede ne yesem diye internete sormak mı o da ne. Gideceksin gideceğin yere sonra meydan da bir delikanlının yanına çekeceksin arabayı hey delikanlı burada en güzel cıvıklı nerede yenir diyeceksin o da abicim şimdi dümdüz git oradan sağa dön diye tarif edecek. Hey yavrum hey benim memleketime..
 
 
 
Cıvıklı siparişi verdik, çocuklar cıvıklı yemeyiz dedikleri için yazması ayıp dürüm döner siparişi verdik bak bu dürüm döner lafı cepte. Ben tarihini, nedenini, niçinini merak ederim Erol ise tadını. O yüzden garson masaya tekrar gelince neden cıvıklı dedim. O da efendim abla anlamadım dedi. İsim neden cıvıklı benim gördüğüm bildiğin kuşbaşılı pide. Başladı anlatmaya. Gelin efendim çekinmeyin birlikte dinleyelim...
 
Cıvıklı eskiden Erciyes dağının yaylalarında atlayan, zıplayan, meleyen koyunların bel ve kaburga bölgelerindeki etlerden yapılırmış. Parça et zırhla kıyma olana denk doğranırmış. Etin yağının bu darbelerle erimesi sonucu çok cıvık bir hal alırmış. O nedenle de bu yemeğe cıvıklı denmiş. O zamanlarda cıvıklının pişirildiği fırınlar bile farklıymış.
 
Aaaa bu koyun eti mi ben koyu eti yemem asla dedim garsona yok abla koyun değil dedi. Sonradan öğrendik ki hakiki cıvıklı yapan yer çok çok çok azmış. Sebep çok maliyetli ve zahmetli olması. Garson gittikten sonra eee ne anladım ben bu işten gidip bir Avm de kuşbaşılı pide yerdim dedim. Erol'da Develi'yi gördün fena mı oldu dedi sırıtarak. Doğru en azında güzel ilçeyi bu vesile ile görmüş olduk. 
 
 
Cepte bir şey vardı hah tamam hatırladım ben dürüm döner deyince etten başka bir şey aklıma gelmez. Biz otçul olduğu kadar etçil bir aileyiz. Tavuk döner Eray'ın önüne gelince eyvah dedim bir kriz patlayacak. Eray ben bunu yemem ben et yerim dedi lakin et döner yok bulunduğumuz yerde. Ay çocuğu ikna ettik etmesine de cıvıklı oldu mu sana donuklu...
 
Tekrar yollara düştüğümüzde hava kararmış ve saat 17.00 olmuştu. Din don.. Yani Kayseri'de ki müzeler kapandı. Çocuklar çok yorgun olunca (o an bize öyle gelmiş olmalı) eve gitmeye karar verdik.Tabii bu benim Erol'a kötü kötü bakmayacağım anlamına gelmez. Cıvıklı için bizi yollarda oyaladı hain köfte.
 
Akşam tüm gün gezen onlar değilmiş gibi çocuklar full çekti. 
 
 
 
 
Not:İ kinci gün ile devam edeceğim, cıvıklı cıvıklı diye yazınca acıktım bir yemek yiyeyim:))
 
İlk teleferiğe biniş: 15/11/2014
Yer: Erciyes
 
 
 
 

Çarşamba, Kasım 19, 2014

Özlememek için ne yapılır bilmem de özleyince...


Bugün hem servis parasını vermek hem de öğretmenler günü için toplanan parayı ulaştırmak için öğle tatilinde okula gittim. İşimi bitirdim ve arka bahçeye baktım. Eray'ı göremedim. Tam dönecekken ikizlerin kapsama alanına girdim. İkizlerden biri hemen yanıma geldi ve Eray'ın annesi Eray düştü biraz önce kafasından kan fışkırıyor dedi. Koştuk öğretmeni ile hemşire odasına.

Odaya girdiğimizde Eray sandalyede oturmuş hemşire de buz torbası tutuyordu kafasına. Baktım. Erik büyüklüğünde şişmiş.Canım sıkıldı. Hemşireye doktora götüreyim dedim. Hiç gerek yok gittiğiniz de zaten sizi iki saat bekletecekler o sıkıntıya çocuğu sokmayın dedi. Kan falan yok sadece şişlik. Kız benim aklımı nasıl da aldı. Çocuk işte.

Su birikintisine basmış, kaymış ve sırt üstü yere çakılmış. Eray'ın anlattığı bu. Kaçırmaz hiçbir yağmur damlasını. En büyük zaafı su. Toprak burcu olduğundan mıdır ki..

Hemşire odasından çıkar çıkmaz hemen üstünü değiştirdim. Allahtan sınıfta yedek giysi koyabileceğimiz dolaplar var. Aklıma gelmişken bugün giydirdiğimle birlikte yedekler bitti akşama çantasına kıyafette koymalı. Keşke ben de işyerinde bir çekmeceye acil durumlar için bir çift kıyafet koysaydım. Eray'ın kafasından kan fışkırıyor lafını duyunca iki dakika da ter bastı her yerimi.Şimdi sırtımda kuruyacak o ter.Terin sırtta kurumasını hiç sevmem halbuki.

Dün akşam bugün okulda çok kötü bir gün geçirdim diye ağladı Eray. Hem de öyle böyle değil. Sebebini sordum. Kayseri de ki arkadaşlarını özlemiş. Kollarını iki yana açtı, sarıldık birbirimize. Sırtını sıvazladım. Özlememek için ne yapmalıyım dedi. Özlememek için ne yapılacağını bilmem de özleyince neler yapılabileceği hakkında istersen konuşabiliriz dedim.Tamam dedi.

Erciyes-15/11/2014

Başladım anlatmaya. Biliyorsun en sevdiğim, en değer verdiğim arkadaşım Amerika'da. Koskoca okyanus var aramızda. Ben de onu çok özlüyorum. Özlediğimde mail yazıyorum, mesaj atıyorum, o beni arıyor, sesini duyuyorum.Yani yüz yüze görüşemesek de en azından bu şekilde birbirimizden haberimiz oluyor. Hatta biliyor musun? En yakınımdaki insanlardan bile daha çok biliyor hayatımda neler olduğunu dedim. Ve ekledim.Çağrı henüz küçük istersen Duru ile mektup arkadaşı olabilirsin.

Bir süre düşündü. Ama henüz yazamıyorum ki dedi. Kelimelerle anlatmak istediğinde bir şeyleri sen söylersin ben yazarım, çizgilerle anlatmak istediğinde ise resim yapar mektubunun arkasına koyarım dedim. Ya istemezlerse dedi. Emin ol mektuptan çok hoşlanacaklar dedim. Tekrar sarıldık. Tekrar onları çok özlüyorum diye ağladı. Ödevler biraz kaynadı. Bir süreliğine boş verdik. Hayatta çocukların karşısına çıkacak başka sınavlar da var.

İçinde büyüyen özlemini paylaşınca biraz da ağlayınca rahatladı ödevlere tekrar başladık. Maşallah bir sürü ödevi olmasına rağmen güzel yaptı. Şu aralar u harfindeyiz. Numan ve Nuran ile tanıştık.

İlk defa düşünce becerileri dersinden ödev geldi. Sınıfta yaptığı sudokuların yanlış olanları evde düzeltilecek denilmiş notta. Hayda dedim. Ben sudoku hiç bilmem. Aslında ne olduğunu duydum da denemedim. Al sana fırsat.

Eray bana mantığını anlattı. Evlatçığım madem bu kadar iyi biliyorsun bu düzeltmeler neden geldi dedim gülerek. Dikkat edememişim demek ki dedi ukala dümbeleği. Sudokunun zevkli bir şey olduğuna karar verdim:) Şimdi de buna sarmasam iyidir.


 

Salı, Kasım 18, 2014

Bir koşu gidip geldik

Zelve
 
Üç gün boyunca;
 
-Dolu dolu nefes aldık.
-Yeni yerler gördük, yeni hikayeler dinledik.
-Güzelliklere hayran kaldık.
-Yeni tatlar denedik. Bol bol yedik (Faturayı görmemek için on gün tartıya çıkmama kararı alındı)
-Aramıza katılan ve fotoğraflar dışında görmediğimiz küçük böcükle tanıştık.
-Arkadaşlarla iki çift lafın belini kırdık
-Çocukların kavgalarını ayırdık, barışmalarını tebessümle izledik.
-Az uyuduk

Ve döndük


Efenim Erciyes'e çıkışımızı
Develi cıvıklısı yemek için Erol Bey'in onca yolu tepmesini
Temenni tepesini
Göreme Açık hava müzesini
Özkonak Yeraltı şehrini
Hesaba katmadığımız Pazartesiyi yani o gün müzelerin kapalı olması sebebiyle programın elde patlamasını

her şeyi yazacağım da fotoğraflar çok dağınık. Aktaramadım. Şimdilik elde bulunan bir kaç fotoyu ekleyeyim.


Göreme Açık Hava Müzesi
 
 
Koşturmacaya Mola- Anlık da olsa


Beni uzaklara bakıyormuşum gibi çek anne