Cuma, Mayıs 29, 2015

Rahatlık ve yadırgama arasında bir yer


Erol Almanya'ya gitti bizde anneanneye taşındık. Aslında oğlumla evde yalnız kalmayı seviyorum. Lakin annemin evi hem işime hem Eray'ın okuluna çok yakın olduğu için zamandan kazanırız diyerek bu sefer böyle yaptık.

Her sabah kalktığımdan 40 dakika daha geç kalkıyorum. Annem kahvaltıyı hazırlamış oluyor, hiç acele etmeden kahvaltımı edip 5 dakika içinde de işimde oluyorum. Sonra çalış, çalış, çalış. Mesai bitiyor. 10 dakika sonra olmadı 15 dakikada (annem ekmek, yoğurt, ayran vs siparişi verdiyse 15 dakika) annemde oluyorum. Akşam daha geç varıyorum, malum akşam trafiği :)))

Babamla eve gittiğimizde bahçede yemek masası hazırlanmış oluyor. Ellerimizi yıkadıktan sonra hep birlikte yemeğe oturuyoruz. Günün havadislerini değiş-tokuş ediyoruz. En geç 19.00 de yemek yeme olayımız bitmiş oluyor. Biraz dinlendikten sonra Eray ile ödevlere başlıyoruz. Ödevler bittikten sonra bile oynayacak çok zaman kalıyor oğluma. İşin ve okulun eve yakın olmasının avantajının tadını çıkarıyoruz. Yani anlayacağın blog bu birkaç gündür koşar adımlarla hareket etmeyi bıraktım. Salına salına yürüyorum.. Ama yine de...

İnsanın kendi düzeni gibi yok. Üç gecedir çok iyi uyuyamıyorum.Galiba yerimi yadırgıyorum, yastığımı özlüyorum. Bir ara sana küçükken yastığımla ile ilgili anılarımı anlatmalıyım.

Ben o evde doğdum, çocukluğum, gençliğim o evde geçti. Liseden arkadaşım Dilek bize kalmaya geldiğinde sabah ezanına kadar yatakta kikirdediğimizde annem ara ara odaya gelip sizi kikirdekler sabahın köründe sizi havaya dikmezsem bana da Züleyha demesinler diye o evde dedi. Gelinliğim ile ben o evden çıktım. Bunları düşündükçe yerimi yadırgamam bana çok garip geldi.



Not: Annem okul yoksa sabahın köründe bizi ayağa hiç dikmedi, hiç kıyamadı..

Salı, Mayıs 26, 2015

Film saati

Keyifsizim, yorgunum ve bla bla blaa.. Altı çizili kelimenin içini doldurmak istemiyorum. Anlam yüklemek istemiyorum belki de. Ya da görmezden gelerek dayanıklılığımı test ediyorum. Kaç kere daha test edeceksem.

Kitap okumayı bıraktım. Hayatımın en vakitsiz zamanlarında bile bırakmazdım halbuki. Bir kolumda Eray, bir elimde kitap ayakta dolanarak okumuşluğumdur vardır benim. Onun yerine parçalara bölerek film izliyorum. Bir filmi kesintisiz oturup izlemek benim şartlarımda ne mümkün. Parça bölük de olsa bana nasıl iyi geliyor anlatamam.

Bir hafta Christopher Nolan filmlerine başlıyorum mesela. Memonto, Inception, Interstellar. Adamın senaryoları gerçekten çok değişik. Kafamı çok meşgul ediyor çok..

Bütün-yarım adlı çalışmamız olan kağıt tabak Sparrow

Ya da Jane Austen kitaplarının film uyarlamalarını izliyorum. Mesela kendi hayatının anlatıldığı Aşkın Kitabını izledim bu sabah. Ben mutsuz sonları sevmiyorum be blog. Biyografik bir film olduğu için böyle bitmesi gerekiyordu Ayla diye teselli ederken buldum kendimi. Gerçekler değiştirilemez kızım diyorum. Belki de filmler de hayal ve hayal ürünlerini bu yüzden seviyorum. İstediğin sonu yaz gitsin.

Bu arada filmi izledikçe Jane Austen kitaplarının neden hep mutlu sonla bittiğini anlıyorsunuz. Gerçek hayatta büyük aşkına kavuşamamış bir kadın romanlarında kavuşturuyor sevdicekleri.Sensen and Sensibility, Emma , Aşk ve Gurur filme aktarılanlar.. Tabii benim favorim üçü arasında Aşk ve Gurur..

Aşkın kitabında oynayan James McAvoy'a da bayıldım ayrıca. O adamı ayrıca Christian Bale'i severim. Bak Erol'un sesi geldi kulağıma

- Sen elalemin adamına nasıl bayılırsın
-Ya canım adamın filmdeki performansına bayıldım demek istemiştim

Adamın kıskandığı adama bak. Christian Bale...

-Erol demişken en sonunda sayılı gün geldi ve çattı. Yarın sabah Almanya yolcusu. Türkiye'yi temsilen gidiyor ve 70 den fazla ülke var grubunda. İşi hiç kolay değil. Üzerinde çok fazla heyecan ve baskı var. İnşallah emeklerinin karşılığını alır. Yarışmanın bitmesini hayırlısıyla bende dört gözle bekliyorum,gerçekten çok yoruldum-

Ya da dans ile ilgili filmler izliyorum.Genelde eski filmler oluyor. Gençliğimde kırk kere seyrettiğim ve seyretmekten bıkmayacağım filmler. Geçen hafta  Dirty Darcing'i izledim. Her seyrettiğimde de aynı duygu.Bu kız oynamak zorunda mıydı? Başka biri oynamalıydı bence. Mesela ben. Ya şaka şaka

Final sahnesindeki time of my life şarkısı benim çocukluğumun ve gençliğimin şarkısı. Şimdi çok yaşlısında sanki diyen çıkabilir. Benden sonra iki kuşak var blog sen hala ne diyorsun. Peki ben ne diyordum hah şarkı. Şarkıcının yavaş yavaş ve uzatarak Nowww I've had the time of me lifeeeee. No I never felt like this before diye başlayan kısım var ya işte o kısma bayılıyorum.

Flash Dance da ise bayan oyuncu olan Jennifer Beals'in performansını çok beğenirim. Bu arada What a feeling şarkısında müziğin sesini açar deli gibi dans ederdim gençliğimde. Offf ya ne günlerdi o günler. Şimdi çok yaşlısında sanki diyen çıkabilir.Cahit'ciğim yaş 35 yolun yarısı eder kısmının bir tık üstündeyim blog sen hala ne diyorsun.

Benimle Dans et, Sokak dansı gibi filmleri izledim. Bunlar sabun köpüğü gibi filmlerdir lakin içinde dans var ya bana çok iyi geldi.

Ya da takılırım spor filmlerine. Dingin Savaşcı, Milyon dolarlık bebek ilk aklıma gelenler

Ya da biyografi. Biyografi kitaplarını çok sevsem de filmlerinde nedense üzülürüm. Hepsi mutlu sonla bitmediği için belki de.Son günlerde Alan Turing'in hayatının anlatıldığı Yapay oyun, Stephen Hawking'in hayatının anlatıldığı Her şeyin Teorisini izledim. Eddie Redmayne'nin performansı bence 10 numara 5 yıldız idi. Valla adam oynamamış, yaşamış..

Louis Zamperi'nin hayatının anlatıldığı ve yanılmıyorsam Angelie Jolie'nin ilk yönetmenlik deneyimi olan boyun eğmez fena değildi. Okyanus'ta kalma kısmı gereksiz yere çok uzun tutulduğu için filmin akışını da performansını da etkilemiş. Yoksa adamın hayatta kalma azmi gerçekten çok etkileyici. Böyle filmleri izledikçe insan düşünmeden edemiyor. Bu şöyle olmadı bu böyle olmadı diye dünya işine fazlasıyla takılıyoruz ve resmen kaşınıyoruz. Ne hayatlar ne acılar yaşanmış geçmişte ve hala yaşanıyor ve insanlar böyle olmaya devam ettikçe de yaşanacak. Sadece dolu dolu nefes alabiliyorsak bunun için bile şükretmeliyiz halimize.

Listede hiç korku filmi yok çünkü korku filmi izlemem ben. O filmlerden çok korkuyorum. Çocukluğumda seyrettiğim Elm sokağında kabus filminde Freddy'in telefondan çıkardığı dili ve tuvaletten el çıkması bu travmanın en büyük sebebi. Uzun dönem ev telefonunda konuşurken tedirgin olmuştum ve yıllarca tuvalete gittiğimde acaba el çıkar mı diye beklemiştim. Ablam ve üç kuzen toplaşır seyrederdik bir de .En küçükleri ben. Çetin abim ne korkuturdu beni film esnasında. Anneme de bak sen çocuğumun zihinsel ve ruhsal gelişimi etkilenir mi diye hiç düşünmeden salmış beni aralarına.. Aslına bakılırsa aralarına katılmak için çok yalvarırdım ben...

Ya da bilim kurgu, Fantastik filmler seyrettim. Aslında onlar benim favorim. Onları da yazarım sonra. Çünkü yine farkında olmadan anılara girdim. O yüzden kısa bir mola..

Bu arada vizyon da Mad Max var. Bir fırsat yaratabilsem de ablamla sinemaya gidebilsem keşke.O filmi sinema da izlemek çok istiyorum.


Pazartesi, Mayıs 18, 2015

Ne plan ama..


Eray'ın uyuması için ille de biri yanına uzanacak. Bu alışkanlığı bir türlü yalnız uykuya dalma moduna çeviremedik. Dertlenmiyoruz elbet olacak bir gün. Dertlendiğim uykuya dalış süresinin uzun olması ve bu esnada adamı çileden çıkarması

-Anne çişim geldi
-Anne acıktım
-Anne susadım
-Anne bir hikaye anlatsana

Sonra zilyon tane soruya geçer.

-Anne Fatih Sultan Mehmet hastalıktan mı öldü yoksa yaşlılıktan mı öldü?
-Anne anneannemin köprüsünü* yapan kim?
-Şeytanı da yaratan Allah. O zaman Allah'a neden karşı çıkıyor ki ( arada kendi sorduğu soruları da cevaplandırır.  Tamam tamam bence şeytan lider olmak istiyor )

Cumartesi akşamı anne çişim geldi, susadım faslından sonra sıra ahret sorularına geçti.

-Annecim Suriye yağmalanıyor, neden yağmalanıyor
-Ayy Eray lütfen uyu
-Söyle annecim lütfen
-Aman ne bilim oğlum ya( uyumak üzere olan anne zırvalamaya başlar) Suriye'yi almak istiyorlar
-Peki bu kadar zarar göreceklerine neden vermiyorlar.
- Eray'cım sen ülkeni verir miydin.
-ASLA vermem. Hem de ASLA..
-Onlarda öyle düşünüyorlar demek ki..

1 DAKİKA SESSİZLİK

-Annecimmmm (sesinde hayret tınısı var)
-Efendim Eray
-Annecim bence Türkiye'yi almak istiyorlar
-Efendim
-Suriye Türkiye'nin komşusu ya Suriye'yi alıp Türkiye'ye geçecekler. Vayyy manyaklar vayy. Ne plan ama. BEN BİLE ANLADIM.

Ya işte böyle acayip de komple teorisi üretir kendileri. Bir süredir devam eden keyifsizliğim üzerine bu diyalog çok iyi gitti. Ve hala geldikçe aklıma gülüyorum...


* Babaannenin köy evine ikinci köprüden gidildiği için adı babaannemin köprüsüdür.Annemin evinden de birinci köprü göründüğü için de anneannemin köprüsü olarak geçer..


Salı, Mayıs 05, 2015

Düşünce Balonları


Tanıştırayım. Mr. Chong ve Mrs. Fu olur kendileri. Yani ben öyle koydum isimlerini.

Bu Mr. Chong ve Mrs. Fu aslında Eray'ın hayal gücü. Dün iş çıkışı Eray'ı almaya gittiğimde etüt bitmemişti. Boş bekleyeceğime okulun öğrencilerinin yaptığı Dünya çocukları adlı sergiyi gezeyim dedim. Bir de ne göreyim Eray'ın üç resmi var sergide. Hemen fotoğraflarını çektim. Etüt çıkışında sordum bu çocuklar nereliler. İkisi Çinli, diğeri ise Afrikalıymış.


Keşke Çinli kızın çevresini karalamasaymışsın dedim. Karalama değil ki düşünce balonu onlar dedi. İnsan düşünen bir varlık sonuçta değil mi? Tamam kabul de.Olaya bak arkadaş.7 yaşında bir çocuğun çiziminde bile milliyeti fark etmez kadın her yerde kadın. Kırk düşünce var peşinde.

Akşama ne pişireceğim(kafatası olan düşünce balonu oraya tekabül ediyor bence), iş çıkışı trafikte çoktur ,çocuğa ödev yaptırmaya vakit kalmayacak ( arabaya benzeyen düşünce balonu), hafta sonu hangi işin peşine düşeyim ben ( bir sürü soru işareti olan düşünme balonu). Bir de Chong'a bak sen. Düşünce yok, mutluluk çok. Adamın mutluluktan gözleri bile görünmüyor :)

Bazen işyerinde bir kolumdan biri, diğer kolumdan başka biri, ayağımdan çok daha başka biri, diğer ayağımdan öyle bambaşka biri , saçlarımdan yüzünü hiç görmediğim başka biri tarafından ayrı ayrı yerlere çekildiğimi hissediyorum. Sonra bu duygu geldiği gibi gidiyor çok şükür ki. Ya gitmeseydi. Aman Allah'ım düşünmek bile istemiyorum.

Neyse düşünce balonlarımdan birkaç tane ekleyeyim de unutmayayım.

-Yarın öğle tatilinde okula gidip çocuğun servis parasını kapatmayı unutma.
-Akşamdan ödev dosyasına 10 tl parayı sakın ha koymayı unutma.(Her ayın ilk çarşambası okulun waffle günü)
-Bu akşam okul çantasının küçük gözüne 2 tl koymayı hele hiç unutma (Her çarşamba otomat günü)
-Akşam eve giderken seramik öğretmenin istediği plastik kaseyi almayı unutma.
-Yarın beden günü. Günleri karıştırayım deme sakın. Çocuğun beden kıyafetlerini akşamdan hazırla..

Bu arada Chong Çince'de güçlü, kuvvetli ve etkili kimse anlamına gelirmiş. Fu ise iyi şans ve mutluluk demekmiş. Koyduğum isimlerin anlamları görünce çok güldüm. Çok ironik....


Not: Eray bu Çinli kızın göğsündeki mutlu yüz ne anlama geliyor anlamadım dedim. Bunda anlamayacak ne var gülen yüzlü baskılı tişört dedi :) Haa diyebildim sadece. Bazen aradığın soruların cevapları da çok basit olabilir. Bunu kendime arada hatırlatmam lazım...



Pazartesi, Mayıs 04, 2015

Fotoğraflar bir çocuğun mutluluğun kısa özeti...


Cuma günü işlerimizi bitirince 'ormanda mı yesek acaba yemeğimizi' cümlesini bitiremeden Eray yaşasın pikniğe gidiyoruz diye bağırdı. Artık o saatten sonra dönüş olmazdı. Erol hazırlık için oyalanma zaten geç oldu deyince ikindi kahvaltısı yapmaya karar verdik.

Simit arası kaşar, börek, kurabiye,salatalık, domates, termosta sıcak su...yani Allah o gün ne verdiyse. Aldık azığımızı döküldük yola. Eray o kadar mutluydu ki anlatamam. Uzun zamandır bu kadar mutlu görmemiştim çocuğumu.Yolda uydurduğu şarkıları söyledi bizde alkış yapıp tempo tuttuk.Arada çok teşekkür ederim annecim dedi sarıldı, dedi sarıldı, dedi ve sarıldı. Meğer mutlu olmak ve mutlu etmek bu kadar basitmiş.

Belki de mutsuzluğumuzun kaynağı mutluluğu çok komplike şeyler de aramamız..

O gün mutluluk bir çocuğun anne ve babasıyla keşif gezisi yapmasındaydı. Ne kadar basit değil mi? Tamam kabul anne kişisi neden düz yol varken dağ-tepe tırmanıyoruz ki biz diye söylense de keşif gezisini başarıyla tamamladı.



O gün mutluluk bir çocuğun babasıyla en sevdiği yerde yani onun tabiri ile duuada(doğa) top oynamasındaydı. Kimi tutuyorsun annecim dediğinde senin tarafındayım demem ise mutluluğu katladı.



O gün mutluluk bir çocuğun en sevdiği yerde yani onun tabiri ile duuada bisiklet sürmesindeydi.



Ve o gün bir anne ve babanın mutluluğu çocuğunun tabiri ile duuada çok mutlu olmasındaydı..

Ne kadar basit değil mi?

Lokum gibi pratik bir tarif: Fırında Kanat



Cumartesi yapacak çok işim olunca pratik bir yemek ne yapabilirim diye düşündüğümde geldi aklıma. Daha öncede de yapmıştım bu sefer fotoğrafını çektim ki kayıtlarda bulunsun. Pişme süresi uzun lakin fırına attıktan sonra başında durmadan işinize devam edebilirsiniz.

-1 kilo kanat
- bir çay kaşığı salça
-1 yemek kaşığı yoğurt
-1 diş sarımsak
-Pul biber, kekik,tuz (artık ne türlü baharatlardan hoşlanırsanız)

Tavukları önce tütsüleyip ,yıkadım. Bir kapta salça, yoğurt, sarımsak ve baharatları ekleyip karıştırdım. Sonra tavukları o sosla buluşturdum. Fırın tepsisine yağlı kağıt serip tavukları dizdim. Tepsinin üzerini folyo kağıt ile kapadım.Fırını önce 130 dereceye ayarlayıp 1 saat ,150 derecede 30 dakika ve folyoyu çıkarıp 180 derecede ise üzeri kızarana kadar pişirdim.

Sonuç: Kurumadan, lokum gibi bir tat.

Yanına da Erol'un sevdiği gibi tereyağlı arpa şehriyeli pilav ve salata.. Ohh yemede yanında yat..