Cuma, Kasım 14, 2014

Bir öğle tatili klasiği 3

 
 
Bugün hava mis. Kapalı ve ılık havalar tam da benim havalarım. Güneşi nedense sevemedim gitti. Güneşin enerjimi çektiğini hissediyorum acaba ondan mı ki.Kimisine de enerji veriyormuş.
 
Bu havayı görünce öğlen yemeğimi çabucak yedim.Havalar soğuduğundan beri Nuran abla ile tekrar parka çıkıyoruz .Doğayı keşfediyoruz, fotoğraf çekiyoruz, tontalak boyasın diye palamut topluyoruz, sincaplara laf atıyoruz..
 
Bugün ki keşfimiz doğanın renkleri..


Haram geceler

Dün Erol'un hem yazılı hem de uygulamalı sınavı vardı. VW All Star bilmem ne yarışmasına katıldı. Gerçekten çalıştı. Adamı salonda koltuklardan az toplamadım. Oturur vaziyette dizlerinde bilgisayar ile nasıl uyuduğunu aklım almadı. Son iki ayımız bu nedenle yoğun geçti. Ders çalışırken bazı şeyler bana kaldı.

Çok şükür ki bitti diyemeyeceğim çünkü Türkiye birincisi oldu :) Dün akşam plaketini Ziynet Sali'li şarkılı eğlenceli bir galada aldı. Bir de o yoğunlukta mesaj atıyor bana. Ayla Ziynet Sali kim?

Mayıs ayında Türkiye'yi temsilen Almanya'ya gidecek. Ülkelerin temsilcileri ile yarışacak. Yani vay geldi başıma. Bana gece uykuları haram. Kendi sesimi duyar gibiyim. Yahu sizle mi uğraşacağım gece tontalak yorganı tepikledi mi diye kontrol et, büyük çocuk koltuklarda uyudu mu diye kontrol et eee ben ne zaman uyuyacağım.


Yine bana haram geceler, uykularım için ağlıyorum. Yar yine bana haram geceler deliksiz ne zaman uyuyacağım diye ağlıyorum.

diye şarkımızı da söyledikten sonra devam edeyim. Sadece plaket vermemişler tabi. Çam sakızı çoban armağanı bir  ıphone 6 hediye etmişler:) Sana vereceğim telefonu dedi telefonda .Aaa olur mu o kadar çalıştın hak ettin istemem dedim. Sana sormuyorum ki daha alırken karar verdim sana hediye edeceğimi dedi. Evet hediyeyi hediye etmek sünnettir de ne bilim istemedim. Son bir kez daha yok istemem derken durdum tamam kabul ediyorum.

Yahu bende hak ettim. Özellikle son bir ay helak oldum. Adam ders çalışsın diye çocuğu al etüde koştur, oradan al gönlünü yap sinemaya koştur, gel eve iş yap ,çocuğun ödevlerini yaptır. Erol'un konsantresini bozmayalım çocuğu uyutmaya götür. Canım çıktı.

İnşallah 14.00 gibi İstanbul'da olacak. İnşallah rötar gibi bir sorun çıkmazda zamanında alır bizi. Çünkü uçağımız akşam erken:(

Bu arada Salı günü Eray'ın sınıfının başkanlık seçimi olacak. Nuran abla, ablam, annem, babam arabada yol alırken ablam Eray'a aday olacak mısın diye sordu. Düşünmedim henüz diye cevapladı soruyu. Nuran abla bence aday olmalısın dedi. Teyzesi de destekledi. Tamam o zaman aday olmamı isteyenler parnağını kaldırsın dedi. Annem, ben ,Nuran abla, ablam parmağını kaldırdı. Eee dede sen aday olmamı istemiyor musun dedi. Oğlum araba kullanıyorum siste çok nasıl kaldırayım parmak istiyorum aday olmanı dedi. İyi peki o zaman aday olacağım...

Teyzesi konuşma yapmak için prova yapmayı teklif etti.

Evet arkadaşlar şimdi de başkan adayımız Eray Kalafat'ı konuşmasını yapmak üzere kürsüye davet ediyoruz.

Arabada bir alkış koptu. Sözü tontalak aldı.

Sevgili Arkadaşlar; bildiğiniz gibi okul hayallerimizi gerçekleştirme de en önemli adımdır.

diye söze başlayınca herkes şok tabii. Her cümle kurmasında daha da şaşırdık. Kendisini çok güzel ifade etti. Ben hayaller kuruyorum o an fırsatı kaçırır mıyım. Taa ki ablam son soruyu sorana kadar.

Eray bey başkan olursanız arkadaşlarına neler vadediyorsunuz, sınıf için neler yapacaksınız, ne hizmetler vereceksiniz.

Nefesler tutuldu.

Özgürlükkkkkkkkkk

diye bağırdı.Özgürlük vereceğim tabi ki. Mesela 1 ay yok yok 2 ay okulları kapatacağım:)

Sustum...



Perşembe, Kasım 13, 2014

Demokrasi

En sevdiği derslik-Zep sınıfı

Müdür yardımcısı tüm öğrencilere sormuş.

Demokrasi nedir?

Eray parmak kaldırmış ve soruyu şu şekilde cevaplamış

-Demokrasi kendisini yönetecek kişiyi seçebilmesidir.

-----------------------------------

Kayseri'ye gitmeye iki gün kala

-Annecim Türkiye'yi çok özleyeceğim
-Eray'cım abartma Kayseri'de Türkiye'nin bir ili
-Ayyy doğru ya

------------------------------------

-Annecim senin yanakların neden bu kadar yumuşak
-Krem sürüyorum ya ondan olabilir
-Yok ondan değildir.Yaşlanıyorsun ya ondandır

----------------------------------------

-Annecim bizim sınavlar ne zaman başlayacak ya biz ne zaman sınavlara gireceğiz
-Sınav neymiş ki
-Okulda büyük ablalar konuşuyorlar aralarında ayyy sınavlarda başladı diyorlar. Eminim çok eğlencelidir.

Çarşamba, Kasım 12, 2014

Akvaryum mu? fanus mu?


Yine program karıştı. Bu hafta çarşamba nasıl oldu hiç anlamadım. Dün akşam iki bavul birden hazırladım. Biri Kayseri-Nevşehir'e diğeri İzmir'e gidecek giysiler.

Bu sabah erkenden Erol iş için İzmir'e gitti. Cuma günü öğleden sonra Atatürk havaalanına inecek(Allah izin verirse). Sonra Eray'ı annemden alıp beni işten almaya gelecekler ve doğruca Sabiha Gökçen havaalanına. Kağıt üzerinde çok güzel ayarladık da ayarlamasına İzmir uçağında azcık bir rötar olursa yandığımızın resmidir. Erol öyle bir durumda Eray'la siz binersiniz uçağa ben sonraki uçakla gelirim dedi. Sanırsın ki Göktürk-Mecidiyeköy hattı. Var mı bakalım bizden sonra uçak..

Çok ama çok uzun zaman önce planlamıştı Erol bu kısacık tatili. Eray okulunu ben işimi bir güncük kıracak üç gün keyfimize bakacaktık. Hayat bu .Erol bu aralar İstanbul dan çok İzmir'de olduğu için planlar tokuştu işte. Tüm planlar adına şerefe..

Bir de orada kullanacağımız kiralık aracı ayarlamamış olduğunu öğrendim dün akşam. Erol bu. Adamın her planı adrenalin dolu.Ben bu programı yapacak olsaydım her şey o kadar keskin çizgilerle belli olurdu ki iki insan bu kadar mı farklı olur. Ne yapayım be blog sevdim bir kere.

Sabah Erol olmayınca bana otobüs yolları gözüktü. 06.00 da kalktım 06.25 de duraktaki yerimi aldım. Durak bomboş sadece fotoğrafta gördüğünüz arkadaş var yanımda. Niye boş diye sorgularken bir yandan da fotoğrafını çektim. 06.35 oldu kimse yok. İnstagrama koydum köpeğin resmini altına da not düştüm. Yarenlik ediyor bana. Bir tuhaflık var ama. Caddeden araba ya da başka vasıta geçmediğini sesle birlikte o anda fark ettim.

'Hanımefendi geride yol çalışması var bu caddeden otobüs geçmeyecek bir süre'

İstanbul caddesine doğru hızla koşmaya başladım. Durak tıklım tıkış ve benim otobüsüm kaçmış.

Vay yine mi keder
Ama artık yeter
Yine yollarda bir sürü aksilikler

repliğini mırıldandım. Sesim de fena değildir hani. Bir süre bekledim ve Şişli minibüsü geldi.Benim pek işime yaramasa da bu taraflara atayım da kendimi ne olursa olsun diyerek bindim ve oturdum. Saat 07.00 ve minibüs şoförü dımtısss dımtısss nağmeleri çok olan bir müzik verdi ortama. Bu aralar kaldıramıyor başım bu müzikleri. Acaba yaşlılık belirtileri mi? yoksa zihin çok mu yorgun? yoksa dönemsel mi? İşte bu soruların cevabı ÇOK SONRA...

Minibüsten inince Şişli'de taksiye bindim ve işe geç kalmadım. Lakin birazdan şikayet mektubu yazacağım. Durakta hiçbir uyarı olmadığı için. Ben müneccim miyim nereden bileyim oradan her zaman geçen otobüsün geçmeyeceğini.

Bir de unutmamam lazım yarın Mimo ile Altın'ı arkadaşa bırakacağım. Kendilerinden ilk defa ayrılacağım:(  İşyerindeki birine acaba akvaryumu mu taşıyayım arkadaşa ya da ikisini fanusun içine koyup öyle mi götüreyim dedim. Fanusa koy dedi. Daracık yerde dört gün dururlarsa psikolojileri bozulur mu ki dedim. Çok güldü :)

Tek tesellim hafızaları. Psikolojilerinin bozulduğunu çabuk unuturlar. Yani galiba. Ama yine de tam karar veremedim. Akvaryum mu? Fanus mu?

Pazartesi, Kasım 10, 2014

Fındıkkıran çocuk balesi


Bir anıyı paylaşacağım zaman sene bilmem kaç cümlesiyle başlamayı severim ben. Lakin ne kadar zorlasam da ilk kez Fındıkkıran'a gittiğim tarihi anımsayamıyorum. Annemde blog tutmamış ki dönüp bir bakayım.

Galiba liseye gidiyordum emin değilim belki de ortaokuldur. Yeri nasıl unuturum. AKM vardı o zamanlar sonradan müdavimi olduğum. Birkaç dakika geç kaldığım için oyuna karanlıkta girmiştim ve boş bulduğum orta sıralardaki en köşedeki koltukta oturmuştum. Bana bakar mısınız oturduğum yeri hatırlıyorum da tarih kısmını zihninim tozlu raflarından bir türlü gün yüzüne çıkartamıyorum.

Büyülenmiştim resmen. Gözlerimi bile kırpmadım desem yeridir. O gün öfkeyle karışık kırgın gitmiştim eve. Hep ne olmak istediğimi bildim de bazen bilmek yetmiyor olmadı işte.

Eray'ı Fındıkkıran'a götüreceğime taa iki-üç sene önce karar verdim. Çok emindim seveceğine. Çünkü o yönü bana çekmiş görüyorum bir şekilde. Sadece biraz daha büyümesini bekledim.Geçen sene bilet alacaktım alamadım çok üzüldüm. Biletler satışa çıkıyor ve on dakikayı bulmuyor bitiyor. Bende saati kurdum ve aldım.Vay benim azmime..


Eray'a baleye gideceğimizi ilk çıtlattığımda ben kız mıyım, kızlar gider baleye dediğinde belki de çok emin olmamdan ötürü çok şaşkınlık yaşadım. Bir şeyi bir kez deneyerek sevip sevmeyeceğine karar vermesinin daha doğru olacağını anlattım.

Ve dün o gün idi. Hep beklediğim gün. Oğlumun baleyle tanıştığı gün. Arabada Eray bale nasıldır acaba diye sorunca bak göreceksin çok eğlenceli vakit geçireceksin dedim.Yani çocuğu şartlandırdım yanlış bir biçimde. Arabada rahat dursunlar diye de ıpad vermedik mi ellerine. Mine craft mıdır nedir ne halt edesice..


Dinnn donnn. Başlama zili duyuldu Eray'cım bale başlıyor artık ıpadi verir misin dedim. Annecim köprüyü zor buldum zaten veremem dedi. Olur mu öyle şey bale başlayacak dedim, vermem dedi. Ya da dur annecim yanımda kalsın dedi. Çektim aldım elinden hem de en kaba bir şekilde. Bir kızdı oyunun başlaması ile Eray'ın çığlığı bir oldu.Utancımdan yerin dibine girdim neyse ki hemen sakinleşti. Sadece ellerini göğsünde bağladı seyretmeyeceğim işte dedi. Hatta arkasını döndü.

Kulağına fısıldadım. O şekilde davrandığım için özür dilerim.Allahtan hemen affetti beni seyretmeye başladı.Yalnız öndeki kadın şahane idi çocuklara yanan ışıklı kalplerden almış çocukların dikkatini dağıttı. Arkadaki kadın daha da şahaneydi oyunu seyretmek istemeyen çocuğuyla tüm oyun boyunca ikna etmek için konuştu. Hem de evdeymiş gibi en rahat şekilde.

Eray bir ara annecim hani komik şeyler olacaktı olmuyor ki dedi.Ne komiği dedim. Sen arabada bak gör çok eğlenceli dedin ya hani hiç komik değil dedi.

Eğlence= komik

Eray'ın böyle algılayacağını hiç düşünmedim.Yani çocuk sürekli komik şeyler bekledi durdu, çocuğu bilmeden şartlandırdım vay benim koca koca eşek arıları sokasıca dilime..


Efenim neyse konusuna gelelim: Clara ve Fritz'in ailesi yılbaşı öncesinde evlerinde bir parti verir. Büyükbaba Drosselmeyer çuval dolusu oyuncakla partiye gelir ve en güzel hediye Clara'ya verilir. Bir fındıkkıran. Pis kıskanç Fritz fındıkkıranı çok kıskanır ve kırar. Drosselmeyer büyükbaba fındıkkıranı tamir eder. Clara herkes uyuyunca ağacın altına gelir fındıkkıranı eline alır ve uykuya dalar. İşte her şey öyle başlar.

Farelerle mücadele, oyuncakların canlanması, Fındıkkıran'ın prense dönüşmesi alıp onu Karlar ülkesine götürmesi sonra Şekerleme ülkesine geçip ülkelerin kutlama dansı ile ödüllendirilmeleri ve tabi ki bir rüyanın sonu..

Eray en çok Karlar Ülkesi ve Şekerleme Ülkesi kısmını dikkatle izledi. Ülkelerin dansının yapıldığı bölüm Eray'ın çok hoşuna gitti..Bu hangi ülkenin dansı annecim. İspanyol dansı. Bu hangisi peki? Arap dansı. Çin dansı, Rus dansı, Çiçeklerin dansı..

Tek perde olduğu için çabuk bitti.Benim gittiğimde çok daha uzundu öyle hatırlıyorum, koreografi farklılığından olabilir aradan kaç yıl geçmiş. Pışık kaç yıl geçtiğini söylemem yaşım mı ortaya çıksın. Asla 36 yaşında olduğumu kimseye söylemem.

Aaaa bir de anlatıcı vardı o sürpriz oldu benim için. Çıkışta Eray'a sordum beğendin mi diye. Eh işte dedi hasbam :) Nefret etmesinden iyidir bence..


İlk Bale : Fındıkkıran
Tarih     : 09/11/2014
Yer        : Kadıköy Süreyya Operası Sahnesi


Not: Fotoğraflar https://secure.dobgm.gov.tr/opera2013/devopera.aspx adresinden alınmıştır.


Haftasonundan Özetler Vol. bilmem kaç

Erol üç gün iş için şehir dışında olduğu için hafta sonu tüm işler bana kaldı. Eray'ın ödevlerine rehberlik etmek, ev işleri, gezme işleri.. Arkadaş pazar günü dün facebooktaki bildirimini görünce maşallah hem çalışıyor hem geziyor hem de çocuğun ödevlerine yetişiyor ben evdeyken yetişemiyorum demiş.

Bu tamamen programlı olmakla alakalı bir durum. Erol olduğu zaman program sekteye uğrayabiliyor çünkü adam programlı olmayı sevmiyor. Eğer ben kendi halimde isem hangi saatte ne yapacağım bellidir.

Eray küçükken Erol şehir dışına çıktığında anneler sürekli bizi taciz ederdi telefonlarla. Bize gel, bize gel korkarsınız diye. Gitmedim. Ha bazen yukarıdan sesler geldiğini zannettiğim ve tırstığım zamanlar olmuştur ama yine de gitmedim. Düzenimin bozulmasından huzursuz olurum ben. Hali hazırda sebepsiz içsel bir huzursuzluğum zaten vardır benim ekstra bir huzursuzluk yaratmaya ne gerek var. Artık o kadar alıştılar ki çağırmıyorlar.

Cuma akşamı çamaşır at, yıka, biraz okuma ödevi, İngilizce ödevi yap sonra da televizyon karşısında çizgi film keyfi ile günü bitirdik.

Cumartesi 07.00 de kalktım, ortalığı topladım, hazırlandım ve 08.30 da yola koyulduk. Ablamda kahvaltı ettikten sonra 10.00 da etütteydik. İşte en güzel zamanlar. Danışmanın olduğu koltuklarda bir kahve eşliğinde iki saat yakın kitap okuma. Bazen veliler gelip selamlaştı, hal hatır sordu ,macera falan bölündü aman bu kadar kusur kadı kızında bile olsun.

Etüt 11.50 de bitti ve biz koştura koştura Metrocity'e gittik. Tarzan filmine girdik. Ben çok beğendim. Eray ise bazen korkutucu oldu ama yine de güzeldi dedi. Tavsiye eder miyiz? Ederiz. Filmden sonra anne-oğul baş başa yemek yedik. Huzursuz bir yemekti ve ben yemeği yarım bıraktım. Eray'a kızdım şimdi hatırlayamadığım bir sebepten. Demek ki o kadar önemli değilmiş hatırlamadığıma göre...


Cuma günü okuluna tiyatrocular gelmiş, oyun sergilemişler. Sonra gönüllü istemişler bizim küçük balık zıplamış.

Eve döner dönmez tontalağı banyo ettirdikten sonra iki saat ödev yapmaca. Ara sıra ağladı. Babamı çok özlüyorum annecim ne zaman gelecek diye dolu dolu ağladı hem de. O an babasız çocuk yetiştiren kadınları düşünmeden edemedim. Boşanmış, ölmüş ya da var ama yokmuş gibi olan babaları..Ne yapayım bende dolu dolu sarıldım.

Okuma ve yazma ödevi çok olunca o günde yazmanın yarısını ve okumanın tamamını bitirdi. Bu cümleyi yazarken ödevlerde bile bir program yaptığımı fark ettim :) Cuma- cumartesi-pazara yayıyorum ki ödevlerini sıkılmasın, bunalmasın. Cuma akşamları basit olanları yani matematik ve İngilizceleri yapıp aradan çıkarıyoruz. Cumartesi okuma ödevlerini tamamen bitiyor ve yazmadan biraz başlıyoruz. Pazar ise en sevmediği kısım yazma ödevleri..

Pazar sabahı güzel bir kahvaltı hazırladım ikimize ve bir güzel kahvaltı ettik. 10.30 da arkadaşlar aldı bizi Kadıköy Süreyya Operası sahnesine doğru yola çıktık. Fındıkkıran balesini izledik. Göktürk'e geldiğimizde arkadaşlardan ayrıldık yine anne-oğul baş başa yemek yedik bu sefer huzurlu bir biçimde.Yemekten sonra dondurma aldım kendilerine aman ne sevindi ne sevindi. Hava güzeldi eve kadar yürüdük.

Eve gelince tekrar ödev yapmaca. O kadar uzun sürdü ki babası dönmüştü eve. Sonra devir teslim zamanı yani tontalağı babasına devrettim. Ben ise işlere gömüldüm.


Sır: Dolu dolu ağlıyor bir yandan da gözlerini siliyor ağladığımı sakın babacığıma söyleme annecim, üzülmesin..

 Tarzan filmi-Metrocity- 08/11/2014

Cuma, Kasım 07, 2014

Sanat Eseri(!)

Eray'ın çizdiği Kale Koruyucuları adlı çizim

Dün akşam ödevsiz günüydü tontalağın. Kaç gündür öyle bir koşturma halinde geçiyordu ki akşamlarımız dün akşam ilaç gibi geldi hepimize. Önce babaannesine mısır patlattırdı, karanlıkta televizyon karşısında film keyfi yaptı. O keyfini yapana kadar mutfak toplanmış, çay demlenmişti. Yanına da kek..Ohh yemede yanında yat.

Resmin çocuğu anlama ve tanımada oyun kadar önemli bir araç olduğunu düşündüğüm için bu sefer bende elime aldım kalemleri. Öyle yeteneksizim ki bu konuda kelimelerle anlatamam. Okulda resim dersi gelip çattığındaki gerginliklerimi  hiç unutamam.

Eray ben şövalye resmi yapacağım dedi. Ben ne çizeceğimi bilmediğimden her zaman ki gibi güneşle başladım işe. O şövalyesini, kalesini çizdikten sonra ateş topu fırlatan mekanizmayı çizmeye  koyuldu. Ben de hala tık yok. Kağıdın her yerini kullanmalısın annecim diyerek devam etmemi sağladı. Hımm bulut yapayım bari..

Ben arabayı çizene kadar o atını bile otlattı. Ve resmine kale koruyucuları ismini koydu. Aslında çok uzun bir isim koymuştu(o kadar uzun ki unuttum) ben daha kısa bir isim daha çok akılda kalır diyerekten fikrimi söyledim. Peki o zaman kale koruyucuları olsun dedi. Başka bir konuya geçti. Eğlence alanı çizdi. Üç-dört adamın halay çektiği bir resim. Ben hala aynı çizimdeyim. Hımmm ne çizeyim, ne çizeyim ağaç çizeyim bari..

Evden gürül gürül huzur akarken tontalak hapşırdı.Babası da çok yaşa dedi. Çizimden hiç başını kaldırmadan hep birlikte inşallah dediğinde mıncırmak istedim resmen kendilerini.


Ben denizin çizmiş olduğu Sanat Eseri(!)

Sonra tam bitmese de Eray'a gösterdim çizimi. Aaaa annecim sanat eseri yapmışsın sen dedi. Ben de bir hava bir hava görme gitsin. Eray devam etti. Bence resmini sanat müzesine(sanat galesine demek istiyor bence) satalım, çok güzel dedi. Yok ben bu havayla yaşayamam diye düşünmüş olmalıyım yoksa neden Erol'a göstereyim resmimi ay pardon sanat eserimi. Bir hevesle Erol bak dedim.Öyle pis bir gülüş yerleştirdi ki yüzüne alay etse daha iyiydi bence. Fısssssss..

Bu hareketi Erol'un kıskançlığına yordum. Eray'ın güzel yorumlarıyla yine gaza gelerek dereyi çizmeye koyuldum. Sonra bir ses. Kayınvalidem Ayla saat 21.00 dedi. Yani duydunuz zilin sesini.  Eray için uyku vakti..

Resmimim bitmemesine hayıflansam da ayaküstü bende koydum bir isim. Ahh o arabada bizde olsaydık..Evet evet aynen öyle. Ahh o arabada bizde olsaydık mavi derelerin, yeşilliklerin arasından yol alsaydık. Güneş tam da resimdeki gibi baksaydı ardımızdan..

Perşembe, Kasım 06, 2014

Çöl


Üç tane, üç de yetmez 5 tane, yok yok 5 de yetmez 7 tane koca koca eşek arıları sokasıca dilime mukayyet olmayı öğrenemedim ben. Gittim yine nazar değdirdim. Eray'ın öğretmeni sağolsun hafta içi akşamları çok ödev vermezdi(bir iki okuma-bir iki yazma vb.) bize de oğlumla vakit kalırdı. Bunu gittim arkadaşlara konuştum.

Bir haftadır hafta içi öyle çok ödevi oluyor ki tontalağın işten nasıl dönüyorum ne yapıyorum vakit nasıl geçiyor hiç anlamıyorum sonra da çocuğum kendini yatakta buluyor. Her akşam yatmaya gitmeden  önce de iki bilemedin üç dakika da karalıyor bir şeyler.

Ben tontalağın çizimlerini değil de çizimlerindeki kompozisyonunu seviyorum bu arada. Toplantıya gittiğimizde resim öğretmeni, seramik öğretmeni de demişti zaten. Çizimi süper falan değil ama güzel üretiyor. Hikayeler yazıyor, isimler koyuyor yani çizimi yaşıyor resmen:)

Dün akşam ödevleri bitirdi bitirmesine de uyku saati çoktan aştı. Ben hadi oğlum hadi diye sürekli taciz ederken anne hemen çizerim lütften dedi. Masa da ayakta ismi çöl olan bir resim çizdi şipşak. Sonra bir tabela yapmış annecim açıklama yazar mısın dedi. Ne yazayım dedim. Hani Allahümme salli ala seyyidina gibi yazılar var ya onun gibi dedi. Babası Arapça mı dedi. Evet dedi. Bilmiyorum ki ben ama istersen bir şeyler karalarım lakin yazdığım doğru olmaz dedim olsun dedi. Karaladım. Sonra altına Türkçe açıklamasını yazar mısın dedi. Ne yazacağız ki dedim.
 
Allah korusun piramidimizi...

Evet doğru bildiniz olay mahalli Mısır. O da Keops piramidi. Yani Piramit deyince Eray sen Keopsu mu çizdin dedim. İşte dünyanın yedi harikasıdır, en eski ve en büyük olanıdır gibi bilgiler de sıkıştırdım. Yani bu çizimler yeni bilgilerin de önünü açmış oluyor böylece:)

Deveye binen çöp adam, çöl aracı(öyle diyor kendileri), arkeologlar olması gereken her düşünülmüş oluyor bu çizimlerde. Keşke akşamları biraz daha vakit kalabilse de rahat rahat dinleyebilsem..



Not: Hafta sonu Erol'un yokluğunda tüm işler bana kaldı, çok yoruldum. Ahh diyerek bıraktım koltuğa kendimi ve tontalak yanıma geldi. Ne oldu annecim dedi. Çok yoruldum çok dedim. Bırak iş yapmayı babam geldiği zaman biz babamla birlikte yaparız sen de dinlenirsin dedi. Ya tabii tabii dedim, sen iş yaparken bize hiç yardım etmiyorsun ki dedim. Aaaa annecim yapıyorum ya dedi. Neden ben görmüyorum o zaman diyerek cevap verdim. Ben babam iş yaparken yanında duruyorum, işleri yapıyor mu yapmıyor mu diye babamı kontrol ediyorum dedi. Sonra ekledi beni bir belediye gibi düşün annecim... Ya ben bu zamana kadar olayı hep yanlış anlamışım:)) Meğer çocuğum bana yardım ediyormuş, anlayamamışım...

Çarşamba, Kasım 05, 2014

Osman gökkuşağının altında top oynuyor


Eray'ların sınıfında duvarda bir yıldız tablosu var. Öğrencilerin adı yazıyor ve karşısına da yıldız şeklinde stickerlar yapıştırılmış. Eray'a bu ne oğlum dediğinde İngilizce öğretmeni astı dedi. Sanki bilmiyormuş gibi sormuştum. Peki niye. Derse katılan, uslu duran, öğretmenini dinleyen çocuklar sticker kazanıyor dedi. Sadece hımm diyebildim. Ama içimden ne laflar ettim. Ne kadar gereksiz bir uygulama..

Aslında bu her sene yapılıyor okulda ve her sene hissiyatım aynı. Çocukları ötekileştirmekten, birbirine rakip haline getirmekten ve gereksiz hırslara sokmaktan başka hiç bir işe yaramıyor. Neyse efendim geçen hafta cuma günü İngilizce öğretmeni ayın İngilizce yıldızlarını seçecekti birinci, ikinci ve üçüncü şeklinde. Karneye yazmıştı da o nedenle biliyorduk.

Cuma günü akşam whatsapptan bir veli sınıf öğretmene bizim de görebileceğimiz şekilde mesaj atmış. Kısaca öğretmenin seçtiği ödül için serzenişte bulunuyordu, diğer çocukların canı çekmiş diye de eklemiş. Ödül çikolata imiş ve öğretmen diğer çocukların yanında vermiş.

Bu yıldız tablosu bizi ailecek çok ilgilendirmediğinden gerek olsa bu konu hakkında Eray'a bir şey sormamıştım ama ödül hakkındaki hislerini merak etmekten de geri duramadım. O nedenle yemekte sordum Eray bugün İngilizcenin yıldızları seçilecekti ne oldu seçildi mi diye. Evet seçildi annecim biliyor musun arkadaşlarım çikolatayı gözümüzün içine BAKA BAKA yedi, paylaşmadı.Ben de artık onlarla hiç bir şey paylaşmayacağım dedi. Gel buradan yak şimdi.

Cumartesi Eray'ın etüdü olduğu için okuldaydım ve ayak üstü İngilizce öğretmeni ile görüştüm. Kısaca kadın anlatılmak isteneni anlamak istemedi. Sticker işi zaten başlı başına bir tartışma konusu iken bu ödül seçimi tuzu, biberi oldu. Ve dedi ki öğrenciler de bir sorun yok bence sorun siz velilerde çok abartıyorsunuz konuyu (birkaç veli daha eleştirmiş de kendisini) pazartesi çikolata alır herkese dağıtırım dedi. Çikolata alırmış vay be. Konunun çikolata olduğunu zannediyor hala..

Konuya başka bir pencereden bakmayı reddeden bir insanın bir düşünceyi anlamasını beklememeyi çok uzun yıllar önce öğrendiğim için teşekkür ederim diyerek konuşmayı sonlandırdım. Bu teşekkür  zaman ayırdığı içindi sadece. Ya bu cümlede bir sorun yok mu? bak bu cümlede takılı kaldım..

Annecim biliyor musun arkadaşlarım çikolatayı gözümüzün içine baka baka yedi, paylaşmadı. Ben de artık onlarla hiçbir şey paylaşmayacağım.

Sonra bu olay unutulmaya yüz tutmuşken sınıf öğretmeni whatsapptan bir fotoğraf paylaşmış. 8-9 öğrenciyi tahtaya kaldırmış, defterlerini havaya kaldırtmış ve yaşasın en düzenli defterleri seçtik diye de yazmış. Yaşasın mı?  Zaten hepi topu 14 kişiler. Geriye sadece 4 çocuk kalmıştır toplasan.

O an nefessiz kaldım, gözlerim yaşlarla doldu fotoğraf karesine giremeyen çocuklar için. Acaba ne hissettiler.


(Disgrafi yaşayan bir çocuk varsa aralarında ne olacak. Olacağı şu tabi o çocuk o tahtaya kalkıp o anlamsız fotoğraf karesine hiç giremeyecek, hep ötekileştirilecek)



Not: Resminin adını Osman gökkuşağının altında top oynuyor koymuş. Yaptığı resimlere isim koyma huyu var ve bir köşeye yazdırır ismi. Dün resmin ismini yazarken altına da play yazar mısın dedi. Ooo oğlum aşmışsın sen yakında resimlere İngilizce isimler koyarsan hiç şaşırmayacağım dedim, gülüştük.

Annecim pazartesileri iple geçiyorum dedi. Neden dedim. O gün resim dersi var ve o dersi çok seviyorum dedi. Sonra ekledi okulda bir sorun oldu onu çizerek sana anlatabilir miyim, konuşmak istemiyorum annecim. Çizerek de insan kendini ifade edebilir neden olmasın dedim şevkle çizdi. Hoş çizdiği şeyleri anlamam için de kelimelere döktü. Bu arada hiç anlamıyorum resim dersi neden haftada bir saat. Resimlerle anlatılmak istenen Ela Lale el eleden daha mı önemsiz...

Not 2: Eray'ın yıldızları sınıfın ortalamasının  üstünde olduğu halde biliyor musun ben birinci olamam dedi gülerek. Üzüldüğü için söylemedi bu cümleyi, o an tespiti gelmişti. Neden dedim. Derse katılıyorsun belki olursun dedim ağzını aramak için. Annecim sadece derse katılmak yetmiyor ki dedi sırıtarak. Bu çocuk kendini iyi tanıyor :) Sonra kucağıma aldım onu, öptüm saçlarından. Biliyor musun stickerlar, birincilikler bir anne olarak hiç ama hiç umurumda değil benim.Derse katılıyorsun öğreniyorsun ya önemli olan bu. Hep derim bilgi bir insan için en iyi hazinedir. Lakin güzel oğlum birlikte yaşamamızı kolaylaştırmak adına konan kurallar da en az bilgi kadar önemli..

Cuma, Ekim 31, 2014

Şakacı


Biri tontalağa sen çok komiksin demiş olmalı. Yoksa son dönemde sürekli ay çok komiğim,ay çok şakacığım değil mi annecim diyerek her şeyle maytap geçer miydi.Arabadan inince dedim ki;

- Eray çok soğukmuş bugün çok üşüdüm
- Kış oldu artık ne bekliyordun ki .. Yoska* dünyanın klimayı açtığını mı zannediyordun yazında petekleri açsın bari ha ha ha ( kendi esprisine kendi gülüyor )

 Bu çocuğa komik olduğu söyleyen her kimse bir adım öne çıksın.


Not: Yoska=Yoksa..

Fotoğraf geçen seneden

Perşembe, Ekim 30, 2014

Bakış Açısı

Beykoz-26/10/2014

Salı günü Eray 12.00 de ben ise 13.00 çıktım. Annem Samsun'a gidince bir saat yanıma geldi. Şöyle söyleyeyim 8 aydır burada çalışıyorum benden daha çok tanıdığı, selamlaştığı insanlar var. İnsan bu kadar dışa dönük olamaz.

Dişçiye gideceğimiz için yemekhaneye götürdüm birlikte yemek yedik yani ben yedim o konuştu. İnsanlarla konuşmaktan yemeğini bitiremedi. Bir Galatasaraylı nasıl yendik sizi deyince susmak bilmedi. Ezik Galatasaraylı dedi adama, dört tane yediniz dedi daha neler neler. En son sen bir Fenerbahçeli'ye laf yetiştirebileceğini mi zannediyorsun diyerek noktayı koydu.

Aslında bu kadar fanatik değil tontalak sadece alay edilmeye tahammül edemiyor. Fenerbahçe-Gs maçı bittiğinde babası 'oğlum GS bizi yendi dediğinde' olsun babacım bir dahaki sefere biz yeneriz der miydi bir fanatik.

Neyse odaya geldik, hazırlanırken kapı açıldı. Çalıştığım kurumun müdürü içeri girdi. Ben geldiğimden beridir odaya ikinci gelişi olduğu için şaşırdım. Meğersem Eray beyleri ziyarete gelmiş, adamın çevresine bak. Bu sefer Trabzon spor- Fenerbahçe atışmasını dinledik. Eray benim sınıf arkadaşlarımın tümü Fenerbahçeli dediğinde oraya geleceğim arkadaşlarının takımını değiştirmesi söyleyeceğim dedi. He siz öyle zannedin, siz buranın müdürüsünüz bir kere oraya karışamazsınız dedi. Müdür bey de bak gör nasıl karışıyorum dedi. Sonra vurucu cümle geldi.

Hem siz ölünce buranın müdürü ben olacağım

dedi. Sözler ok gibi. Sadece dudağımı ısırdım. Müdür bey Eray beni hemen öldürme dediğinde  oğluma sufle verdim. Ölünce değil de emekli olduğunda dersen daha iyi olur sanki.

Sonra Erol bizi aldı yola çıktık. Tünelden mi yoksa Leventten mi gitsek bir türlü karar veremedik. En sonunda Dolmabahçe yoluna girdik. Eray'ın tabiri ile dıtt dıttt yanlış karar. Trafiğin göbeğine düştük. Dişçiye geç kaldık. Aslında geç kalmış sayılır mıyız onunda tam kestiremedim. Çünkü gittiğimiz dişçi Eray'ın sınıf arkadaşının annesi ve randevumuz yoktu. 13.30 sonra gelin demişti.

14.00 de vardık. Sadece kontrol edecekti lakin çekelim dedi. Yine süt dişi düşmeden dişi gelmişti. Maşallah kale gibi de sağlam kendileri. İncecik uçlu bir iğne ile anestezi yaptı sonra da çekti.Arkadaş şaşırdı, yoksa doktor mu demeliydim. Tamam tamam doktor arkadaş diyeyim en iyisi. Doktor arkadaş maşallah maşallah dedi. Şu fani dünyada en çok doktorları dinler beyefendi.

Ve 17-00-18.00 kadar yemek yemesin dedi. İşte o an dünyam yıkıldı. Hasta değilse yemeğe düşkündür biliyorum başıma gelecekleri. Dişçiden çıktık arabaya binerken annecim bu işyeri 100 milyar var mıdır dedi. Bilmiyorum vardır herhalde dedim. Küçük ama güzel eşyalar koymuşlar, güzelleştirmişler dedi. Güldük birlikte.

Eve gidince başladı tabii karnım acıktı demelere.Hadi gel berbere gidelim dedim zaman geçsin diye.Hem saçları da olmuştu orman gibi. Berberde çok sıra vardı. Yarım saatten çarp dört kafa yaklaşık iki saat. Biz bayanların bile sürmez bu kadar kesimleri. Kestirmeden çıktık, arkadaşı aradım bize gelin çocuklar oynasın, o dedi siz bize gelin misafirlerim var. Tam da evin önünden geçiyorduk damladık.

Eray gibi sağ sol işaret parmaklarımı çarpı işareti yapıyorum dıt dıtttt yanlış karar. Hamur kızartmaları, kurabiyeler, çaylar. Eray hamur yemek istedi, vermeyince de dudak büktü. Orada bulunan misafir küçük küçük parçalara ayır yesin hiç birşey olmaz dedi ben doktor arkadaş verme dediydi dedim, ver dedi, vermeyeceğim dedim gerildimmmm.

Çok az oturup eve geçtik. Matematik ödevlerini bitirdik. Saat 18.00 oldu yuppi diyerek babasını beklemeden yemek hazırladım. Koca bir kase yayla çorbası,pilavın üstüne izmir köftesini hüpletti.  Bu arada sen bizi açlıkla ıslah etme yarabbi..

Yattık kalktık yepyeni bir gün başladı.Dolu dolu bir gün hem de.

Erol'la iş yaparken bir ara gözüme iki koltuğu birleştirmiş ayaklarını uzatarak ipad oynayan Eray bey takıldı. Ooo beyefendi haksızlık oluyor ama lütfen bir işin ucundan da sen tut dedim. Boşver bunları annecim dedi. Ben ödev yaparken siz tembellik yapıyordunuz o zaman haksızlık olmuyor muydu dedi.

Bu da bir bakış açısı..Aynı konuya farklı tepkiler vermek nereye baktığınla değil de ne gördüğünle ilişki bence. İnandığım için görüyorum işte...





Salı, Ekim 28, 2014

Ayraç


İki kitap birden okumayı sevmem. Biri biter diğerine başlarım.Okul dönemlerim hariç tabi. Bölümüm itibariyle aynı anda üç-beş kitap okumuşluğum vardır o ayrı.

Şu aralar iki kitap birden okuyorum hem de zevkle. Biri kendi kitabım diğeri de tontalağın. Kedilerin kaybolma mevsimi. Geçen hafta kendime kitap sipariş ederken almıştım ona da iki tane. Artık alışkanlık oldu. Bir kitap bana iki kitap ona.

Artık büyüdü daha az resim içeren, içerik yönünden zengin kitaplar araştırırken neden Behiç Ak kitapları almıyorum dedim. Kedilerin kaybolma mevsimi ve Güneşi bile tamir eden adamı(bu kitabı babası okudu)bu vesileyle buldum. Şu an Kedilerin kaybolma mevsimini okuyoruz. Dün akşam ikinci akşamımızdı 60. sayfayı bitirdik. Kitaba ara verirken ayracımızı yerleştirdik. Yaaa artık ayraç kullanıyoruz biz. O ayracın bana neler hissettirdiği bir bilseniz. Hepi topu bir ayraç değil işte. Çocuğumun büyümesinin emareleri her yerde.

Dün akşam annemde kaldık hep birlikte. Dizlerime yattı ve başladık okumaya. Ben kitabı yatakta okumuyorum Eray'a. Kitap okurken uyusun diye bir gayem de olmadı hiç. Uyur elbet bir şekilde. Okunan da keyif alsın o bana yeter. Okurken annem kız sus o kadar bağırma çocuğun gözleri dalıyordu az daha dedi. Ama Nurten hanım bağırıyordu dedim. O an ben Nurten hanımdım. Allah Allah diye söylenerek kalktı.

Karaktere bürünüyorum biliyorum ki Eray böylece daha çok seviyor okuduklarımı. Tamam ya birazcık da kaptırıyorum kendimi. O an Miskin Suat bey olmalıyım, utangaç Sevgi'nin hareketlerini hissettirmeliyim sesimde.


Oğluma kitap okumayı çok sevmem hain planlar yapmadığım anlamına gelmez bu arada. Birinci sınıfın bitmesinin bekliyorum o dizler yer değiştirilecek efenim. Tontalağımın dizlerine yatıp o bana karakterleri konuşturacak sadece henüz bundan kendisinin haberi yok. Hele Talatları, Nailleri, Nalanları öğrensin de..

Nalan demişken dün akşam Nalanlı cümleleri okuduk. Rahmetli Ayhan Işık bile böyle güzel Nalan dememiştir. Nalan dedikçe Eray tebessüm ettim. Tontalak da hiç komik bir şey yok ortada dedi. Özür diledim okumaya devam etti. Nerede o güzel Türk filmleri replikler nerede
 
 'Sus Nalan sus, çıldırasıya sus'
 
Annemin tabiriyle hava bugün posuruklu şimdi evde olup kanepe de yatsaydım üzerimde de bir battaniye. Ah eski bir Türk filmi şimdi ne iyi giderdi.
 
Bu arada Boğaziçi Köprüsünün yapımına 20 Şubat 1970 tarihinde başlanmış 30 Ekim 1973 tarihinde ise devlet töreni ile açılmış. Ne alaka şimdi demeyin. Hafta sonu köprüden geçerken tontalak sordu. 'Annecim bu köprü kaç yılında yapılmış' .Kendimi bir an bilgi yarışmasında hissettim valla biliyordum tarihi ama unutmuşum. Araştıracağıma söz vermiştim, ben sözümü tuttum:)
 
 
Not: Yine de favori kitabı Kütüphanedeki Aslan :)

Pazartesi, Ekim 27, 2014

FURY

Etüdü sevdi. Ben danışmanın karşısında bulunan koltuklarda kitap okudum. Beklemek bu sefer sıkıcı gelmedi. Ohh kurgunun içine bodoslama dalmışım sağolsun kahve de ikram etmişler bana. Daha ne olsun.

Her teneffüs yanıma geldi hem de mutlulukla. Bu etüdü çok sevdim biliyor musun etüde gelince evde ödev yapmak zorunda kalmayacağız o yüzden bu etüt güzel bir şey dedi. Arkadaşından duydu galiba. O da başka birinden. Oğlumu kandırmak istemediğim için bu yanlış anlamayı düzeltmek istedim. Etüt de ders tekrarı yapıldığını, evde yapması için ödevlerin olacağını söyledim.Umursamadı, üzülmedi hadi arkadaşlar beni bekler diyerek vınn diye gitti.

Etüt çıkışı kahve dünyasına gidip sıcak çikolata içmeyi teklif etti. Allah'ım ya büyümüş de program yapar olmuş. Hay hay dedim. Ortaköy de kahve dünyası olmadığından ya da varsa da bilmediğimden Starbuck'a doğru yol aldık. Başladı hava da çok güzelmiş, sıcak çikolata da bu hava da içilmez ki değil mi annecim demelere. Niyeti belli. Dondurma yemek. Sahile girdik bir top vanilyalı bir top da çikolatalı olmak üzere iki top dondurma aldık. Ben de kendime bir kahve ısmarladım, güneşe sırtımızı vererek dışarıda oturduk.

Anneannenin evinde bahçede yemek keyfinden sonra ders keyfine(!) geçtik. Eray mırın kırın yine. Allahtan ödevlerinin yarısını Cuma akşamından yapmıştı. Cumartesiye yığılma olmadı ama yine de Eray beyler söylendi. Sanki ben bayılıyorum da.

Arkadaşım whatsapptan mesaj attı sinemaya gidelim diye. Eşi Fury filmine gitmek çok istiyormuş hep birlikte gidelim dedi. Şartları zorlayarak gittik filme.


Bir David Ayer filmi. Brad Pitt, Shia Labeouf gibi ünlü isimler var. Savaşın son günlerinde bir grup Amerikan askerlerinin Almanya'da ki Nazi gücüne son vermek için giriştiği mücadeleyi anlatıyor. Film genelde tankta geçiyor. Zaten filmin adı da tankın ismi. Yani Fury..

Hikaye anlamında bence vasat hatta hikayede zorlayıcı unsurlar var. 8 haftalık yazıcı bir askerin kendini fury gibi bir tankın içinde bulması ne bilim zorlayıcı geldi bana. Onun ekseninde o askerin gelişimi. Hikaye dışında oyuncuların performansı bence çok başarılıydı. Özellikle Shia Labeouf'un performansı takdir edilmeli.

Sinematografi açısından diye devam edermişim yok yok ben öyle konuşmaları pek sevmem mirim.. Film de görsellik ve teknik unsurlar da güzeldi, sevdim. Bir filmin en can alıcı noktalarından biridir bence müzikleri. Ve savaş filmlerinde müzik daha da önem kazanır diye düşünürüm. Müzikler içime işledi.

Sonuç olarak hikaye vasat olsa da oyuncuların performansları için gidilebilir.

Film biraz geç bitince hadi kaçtık diyerek herkes çil yavrusu gibi dağıldı bir anda. Halimiz görülmeye değer. Evde küçük bekleyenlerden azar işitmekten korktuk. Eray pijamasını giymiş bizi bekliyordu hiç içeri girmeden aldık kendilerini..

Arabada dizlerime yattı. Film nasıldı dedi. Sesi biraz bana kırılmış gibi geldi. Saçlarını okşadım. Fena değildi dedim. Nasıl bir filmdi nasıl bitti dedi. Kan revan içinde, herkes birbirinin kafasını uçurdu nasıl diyeyim kelimeleri özenle seçiyorum. Savaş filmiydi ve bir asker kahraman oldu dedim. Peki nasıl başlamıştı dedi. Bir asker var ,asker olmayı öğreniyor dedim. Biliyor musun hala ben daha ne olacağıma karar veremedim dedi. Olsun daha çok erken, önünde uzun bir yol var, acele etme dedim. Peki dedi ve uykuya daldı.

 Not: Fury- 25/10/2014- Özdilek Avm

Kitap Aşkına Çocuk Müzikali

 
Yok üşenmeyiz konu sanat olunca Göktürk'ten kalkıp Kadıköy'e gidebiliriz. Öyle de yaptık. Kitap aşkına çocuk müzikali Kadıköy Süreyya sahnesinde sergileniyordu. Pazar sabahı kahvaltıdan sonra çıktık yola. Allahtan Eray bize çekmiş bu konuda. Çok seviyor tiyatro, müzikal, sinema...
 
Kahvaltıdayken sana bir sürprizim var dedim bu arada.Merak etti haliyle. Heyecan katmak için uzattım da uzatım.10 günnn sonraaaaa baleyeeee gideceğizzzzzz. Bale mi, öğğğğ ben gız mıyım da baleye gideyim dedi. Uzun süredir hiçbir şey beni bu kadar şaşırtmamıştı. Sanat, resim, seramik ne bilim müze gezmeleri gibi şeyleri seven çocuğumun bale hakkında yorumu beni şoka uğrattı.
 
Elimdeki çatal bir süre havada kaldı. Bale benim ukdem. Oğlumla kol kola baleden çıktığım hayallerim vardı benim. Neyse silkelendim. Baleyi seyretmek için kız olman gerekmiyor. Erkekler de gider baleye. Hem hiç gitmeden karar vermen doğru değil dedim. Bakalım on gün sonra ne karar verecek.(bence sevecek)
 
Eşofmanla rahat ettiği için eşofman giymek istedi. Normalde ne giyeceğine karışmam lakin bu sefer olmaz dedim. Kadife pantalonunu (kanvaslar artık olmuyor) ya da kotunu seçmesi gerektiğini söyledim. Nedenmiş diye itiraz etti. Aslında eşofman giysen de alırlar seni. Kimse bir şey demez. Ama her yerin bir giyinme adabı vardır diyerek anlatmaya başladım.  
 
Süreyya sahnesine 11.40 da vardık. Bir süre Eray'la dinlendik. Fotoğraflar çektik. Bir çift oyun için o gün bilet almaya gelmiş. Bulamazsınız ki dedim. Oyunlar bir ay önceden satışa çıkıyor ve 10 dakika içinde bitiyor dediğimde çok şaşırdılar. Görevli bazen 10 dakikayı da bulmuyor 5 dakika da bitiyor dediğinde ise güldüler. Kadına bir de bilet almak için saat kuruyorum ben deyince gülmeleri kahkaha dönüştü. 
 
12.00 de başladı oyun. Oyun metnini Işık Noyan yazmış. Dekor fena değildi lakin kostümler yıkılıyordu. Bayıldım, bayıldım.. Müzikler de güzeldi. Müzikalin biraz uzun olmasından sebep çocukların dikkati ara sıra dağıldı lakin güzel vakit geçirdik. Konusu ise şöyle;
 
Öykümüzün kahramanı Memo kitap okumayı çok sevmekte, zamanının çoğunu kitap okuyarak, dahası hayalinde kitap kahramanlarının arasına karışarak geçirmektedir. Kimler yoktur ki bu kahramanların arasında? Akıl küpü Çizmeli kedi, evinden atılmış zavallı Parmak Çocuk, sahte Kont, güzel Prenses, pinti Kral, saf dev, yaralı Silahşor, minik kral, afacan Tomi ile Bobi, etobur Dev ve onun sinsi karısı...
 
Memo, hayal dünyasına kendini kaptırıp tüm bu kahramanlarla serüvenden serüvene koşadursun , ailesi biraz hoşnutsuzdur. Çünkü okumak çok güzel ve yararlı bir alışkanlık olsa da tek tutku haline dönüşmemeli, insan gerçek yaşamla olan bağlarından, ödev ve sorumluluklarından koparmamalıdır..
 
Işık Noyan
 
 
 
 Alkışlama kısmını bitirdikten sonra toprakla bütünleşmesi için Beykoz'a doğru yol aldık...
 
Kitap Aşkına Çocuk Müzikali
Yer: Kadıköy Süreyya Operası Sahnesi
Tarih: 26/10/2014 12.00
 
Not: Süreyya sahnesine girer girmez haklıymışsın annecim baksana herkes nasıl giyinmiş dedi:)
 

Cuma, Ekim 24, 2014

Etüt

Büyüyecekmiş de etütlere katıldığı günleri de görecekmişiz dedim anneme dün akşam. Küçükken çok az uyuduğu zamanlarda zorluklar yaşarken bugünler gözümüze ne uzak görünürdü. Halbuki zaman bir su misali.
 
Aslında etüt konusunda çok kararsızdık. Gerek olup olmadığı konusunda babasıyla konuştuk. En azından denemeye karar verdik. Perşembe akşamları saat 18.00 e kadar(zaten 16.10 çıkıyorlar) o haftanın ders tekrarı yapılacak. Her hafta değil. İki grup yapmış öğretmeni. İki haftada bir. Akşama kadar aç kalamayacaklarına göre anneler sırasına göre yiyecek bir şeyler getirecek okula.

Gönderme sebebimiz aman hemen öğrensin, çabucak öğrensin değil. Maksat grubundan ayırmamak. Arkadaşlarıyla paylaşımlarını çoğaltmak.

Ha birde cumartesileri var. O da şöyle.RDS (Randevulu ders saati)diye bir sistem var. İnternetten üç derse kadar randevu alıyorsun ve kontenjan 10 çocukla sınırlı. Öğretmen internete giriyor ,10 öğrenci seçiyor ve cumartesi ders veriyor yine o haftanın konuları ile ilgili. Bu hafta mesela;

10.00 Okuma yazma etkinliği
10.40 Okuma yazma etkinliği
11.20 de İngilizce

var.Her hafta göndermeyiz. Zaten her hafta da seçmez öğretmen diye tahmin ediyorum. Kimseye haksızlık olmasın diye cumartesileri de sıraya sokarlar.( zaten yüzme başladığı an cumartesi etütlerine gidemez, saatler çakışıyor)

WhatsApp dan anneler etüt konusunu tartışırken bir kadın hiç gerek yok, ne gerek var diye etüdün gereksizliğini savundu.Hem de en ateşli bir biçimde. Bu sabah randevu almak için sisteme girdiğimde kendisinin çoktan cumartesi için randevu aldığını gördüm. Güldüm. Ne gereksiz ne ucuz numaralar bunlar. Bir de çok çocukça diye yazacaktım ki durdum. Çocukça yazamam bu niyet de bir masumiyet yok.

Bir iki hafta deneyelim bir bakalım. Çocuğum üzerinde azcık bir baskı olduğunu hissedersem göndermem, nasılsa gönderme zorunluluğu yok.

Bugünlerde tontalak ile çok sohbet ediyoruz, araya öğretici mesajlarda sıkıştırmaya çalışıyorum lakin sohbetin sonunu kem küm olarak ben bitiriyorum .Kazdığı kuyuya düşmek galiba tam da bu oluyor.

-Oğlum okulda kızlar-erkekler olarak ayrılmışsınız ve aranız kötüymüş öyle duydum. Güzel oğlum sakın kızlara saygısızlık yapma olur mu?
-Bana saygısızlık yapana neden ben saygılı davranacakmışım ki..

Okul kuralları hakkında konuşuyoruz(öğretmen ödev olarak vermiş)
-Eray'cım okul kuralları olarak başka ne örnek verebiliriz
-Mesela öğretmeni derste dinlemeliyiz
-Çok doğru, peki sence neden dinlemeliyiz
-Dinlemezsek öğrenemeyiz
-kesinlikle zaten öğrenmenin birinci kuralı dinlemek. Dinleyeceğiz ki...
-Peki ikinci kuralı ne
-kem küm kemmm

 
Not: Okulda vesikalık çektirmişler haftalık karne için. Ah o saçlar yok mu o saçlar babama çekmek zorunda mıydı :)

Perşembe, Ekim 23, 2014

Acil durum keki


Eskiden daraldığım zaman atardım kendimi mutfaklara kalırdım üç saat. Ev yemek, pasta, börekle dolar taşardı. Çok yemeyelim diye de yaptığımı dağıtırdım. Malum kilo durumları. Hele yeni tarif denemek, sonra fotoğrafını çekmek nasıl meşgul ederdi aklımı.

Çarşamba akşamları ödevsiz günü tontalağın. Eeee dün akşam da azcık canım sıkkın olunca kek yapalım mı dedim. Oleyyyy dedi ve ekledi 'annecim sen süper bir annesin'. Peki neden öyle hissetmiyorum dedim ama içimden içimden. Beni  kimsecikler duymadı.

Neyse efendim girdik mutfağa. Elimin altında bulunan acil durum tariflerinden birini çıkardım. Öyle de bir birikimim vardır benim. Yeni tarif denemesem de bu aralar gördükçe beğendiklerimi not alırım.

Annem başladı konuşmaya. Çocukla olacak iş mi bu, mutfak dağılacak of, puf, püf... Eray nasıl da mutlu. Başladım tarife göre malzemeleri hazırlamaya. Hay aksi şeytan kakao evde kalmamış. Vanilyanın tarihi geçmiş. Ana-oğul aklımıza düştü bir kere Erol'u markete yolladık. Bu durumdan Erol beyler hiç ama hiç memnun olmadı.

Tarifi okurken bir de ne göreyim süt miktarını yazmamışım iyi mi? Tarifi aldığım yeri mutlaka kağıdın köşesine not ederim ve ta ta taammm not etmemişim. Aman dedim anneme ne kadar olabilir ki ya bir su bardağıdır ya da bir su bardağı yakın. Annem yarım su bardağı yağ bu tarife az diye söylenmeye başladı. Aramızda keyfi en yerinde olan tontalak. Mikseri verdim eline coştukça coştu.

Tontalak unu elerken biraz ortalığı batırdı. Annemin yine canı sıkıldı. Un bu ya batarsa batsın. He yağ olsaydı aynı cümleyi yazar mıydım bak bunu kestiremedim.

Pişerken otuz kere gitti başına ohhh ne güzel de koktu dedi. Tontalağın elleri değdiği için mi bilmem kek acayip kabardı. Lakin güya mozaik kek olacaktı biz o şekli veremedik. Bizimkisi biraz gülen adam keki oldu. Yani şekli ona benzettim. Bence Tontalağımın mutluluğu keke sirayet etti.

Pişince kalıptan çıkarmak için ılımasını beklemek lazım. Biz beklemedik. Eray'ın uyku saati zaten 15 dakika geçmişti iyice geçmesin dedim. Sıcak kesmesi zor oldu ama oldu. Yemeden yatsaydı kendimi biliyorum vicdan yapardım. Yerken gelişigüzel iki-üç poz çektim

Sabah işe geldim o tarifi nereden almış olabilirim diye araştırdım. Zaten takip ettiğim çok yemek bloğu yok kolayca buldum. Olsada Yesek Suzan blogundan almıştım. Aslında kakaolu mozaik kek olsa da orijinali bizimkisinin adına koyduk kakaolu gülen adam keki.

Kakaolu Gülen Adam Keki

-3 yumurta
-1.5 su bardağı toz şeker
-yarım su bardağı sıvıyağ
-1 su bardağı süt
-1 paket vanilya
-1 paket kabartma tozu
-3 su bardağı un (2,5 su bardağı daha iyi olur bence)
-2 yemek kaşığı kakao

Yumurta ve toz şeker mikserde iyice karıştırılır. Sonra sıvıyağ ve sütü eklenir.Un, kabartma tozu ve vanilya eklendikten sonra hamur ikiye bölünür. Hamurun yarısına kakao karıştırılır. Kalıba sırayla bir kepçe beyaz hamurdan bir kepçe kakaolu hamurdan eklenerek 170 derece pişirilir.

Afiyet olsun

Başlıksız

Okulun ikinci haftasında sınıf öğretmeni Eray üstün zekalı veya hiperaktif bir çocuk olabilir mi dedi. Seramik öğretmeni geçen gün yanıma geldi Eray üstün zekalı bir çocuğa benziyor dedi diye anlattı. Bence sınıf öğretmeni Eray'ın hiperaktif bir çocuk olduğunu düşünüyor seramik öğretmeni de üstün zekalı.

Haksız da sayılmazlar. Her ne kadar birbirlerinden farklı teşhislerde olsa benzer yönleri de var.  Sustum ve soruyu cevaplandırmadım. O zaman kafam biraz karışıktı.

Sonra cumartesi veli toplantısına gittik. İngilizce öğretmeni (sınıf öğretmeni sadece sunum yaptı onu da dışında tutuyorum o gün) dışında herkes Eray'ın ne kadar özel bir çocuk olduğundan bahsetti. Ben konuyu dersteki performansına getirmeye çalışıyorum onlar inanılmaz hayal gücü var, o kelimeleri nereden buluyor gibi yorumlar yaptı. Hatta beden öğretmeni al çocuğu karşına oturt adam gibi sohbet et. Bu sohbetler onun aklına nereden geliyor dedi. Güldük.

Düşünce becerileri dersinin öğretmeni ise karışık yorumlar yaptı. Dört kitap dört ayrı konu var o derse ait.(unuttum derslerin alt adını) Mesela sudoku yaparken dikkati çabuk dağılıyor çevreyle çok ilgileniyor dedi. Sıkılıyor ayağa kalkıyor diye de ekledi. Fakat bir parçayı tamamlama ile ilgili çizimler yapıldığında inanılmaz şeyler ortaya çıkarıyor dedi. Diğerleri mesela o söylenen şeyden ev yapmış, araba yapmış Eray'ın çizimine baktığımda hiçbir şey anlamıyorum sonra bu ne dediğimde anlatmaya başlıyor.Anlatmaya başladığında aaaa gerçekten öyle dedirtiyor bana dedi. Eray'ı henüz çözemedim diye de bitirdi.

Sonra okula bu yıl gelen seramik öğretmenin yanına gittik.Biz Eray'ın anne ve babasıyız der dermez kadın bize öyle bir gülümsedi ki anlatmam. İngilizce öğretmenlerinin yorumlarından ve suratsız ifadelerinden sonra bize acayip iyi geldi.

Eray'ın anne ve babasını o kadar çok merak ediyordum ki iyi ki toplantıya katıldınız dedi. Hiç Eray'a test yaptırdınız mı oğlunuz üstün zekalı bir çocuk olabilir mi dedi. Galiba rahat iki dakika sustum. Ne söyleyeceğimi bilemedim ve sonunda evet test yaptırdık diyebildim.

-Evet WİSC-R testi yaptırdık. Okul başladıktan hemen sonra. Bu testi kendi egomuzu tatmin ettirmek için değil doktor istediği için yaptırdık ( 6 yaşı bittiğinde bu testin daha sağlıklı sonuçlar vereceğini söylemişlerdi .Bekledik.

Öğretmen dikkatle ve sabırla konuşmamı bekledi. Anlattım. Teste parlak zeka ile üstün zeka çizgisinde kaldı doktorun söylediğine göre bu üstün zekalı da olabilirmiş. O gün yani test yapıldığı gün Eray çok huzursuzdu ve doktor üzerinde otoritesini kurumadı dedim. 6 ay sonra tekrarlayacağız diye de ekledim.

-Aslında benim için üstün zekalı ya da normal bir zekalı olmasının önemi yok. Sadece nasıl bir rota izleyeceğimizi öğrenmek ve bizi zorlayan konuları anlamlandırmak için yaptırdık-

Seramik öğretmeni eşim üstün zekalı çocukların öğretmeni ve şunu söylemeyelim ki farklı bir eğitim almalılar dedi. Her hafta eşime Eray'dan bahsediyorum, ondan destek alıyorum diye ekledi. Ya aslında öğretmenle konuştuğumuzu daha fazla yazmasam da olur hepsi güzel şeylerdi.

Evet IQ yüksek bir çocuk(normalde puan söylemiyorlar hatta önemsemiyorlar, ben öğrenmek istemiyorum ya pat diye duyuverdim) lakin dikkati de dağınık bir çocuk.

Dün akşam telefonda yaptığım bir konuşma canımı çok sıktı. Bu öğlen Eray'ın okuluna gidip bahçede oturacağım. Çünkü çok ihtiyacım var.

-Evet çok sosyal lakin bireysel bir çocuk ya da söyle diyeyim büyük çocuklarla, yetişkinlerle birlikte olmayı seviyor. Teneffüs de  zorla futbol oynattıramam ki ona. Bir gün sordum hatta neden oynamıyorsun futbol diye. Erkekler saçma sapan hareketlerle kendini yaralayabiliyor bu oyunda ne gerek varmış.
Evet çok soru soruyor. Kuralları ve gelenekleri sorguluyor. Bazen yoruyordur doğrudur
Evet otorite ile güç mücadelesine girdiği de doğrudur
Evet bilgiye aç, sürekli beslenmesi gerekiyor.
Evet zor bir çocuk, ama kabul edin artık çocuğumun farklı bir durumu var. Onu anlamak ve o doğrulta yönlendirmek bu kadar mı zor.

Not: Bu konuyu çevremde dört kişi dışında kimseye anlatmadım. Çünkü Eray'ın duymasını istemiyorum.

Çarşamba, Ekim 22, 2014

Bir zamanlar küçücük ama gururlu bir kız vardı anne bilmem hatırlar mısın?

Cumartesi veli toplantısından çıkınca doğruca anneme geçtik. Tabi annemin yaptığı ikramlarda çeldi aklımızı lakin en çok da uzun zamandır görmediğim teyzelerin bir hatırını sormak istedim. Zaman akıp geçiyor blog. Geçmişimin gencecik teyzelerinin artık hastalık haberlerini duyuyorum ve hatta..

Neyse bugün kötü şeylerden bahsetmek yok. Eskiden günlere katılmak için can atardım. Şimdi ise annem çağırıyor ben burun kıvırıyorum.

Bir zamanlar bekar, çoluksuz çocuksuz sizin kriterlerinize uymayan küçücük, minicik ama gururlu bir kız vardı hatırlıyor musun anne hah işte o küçücük kız sizin kriterlerinize uygun hale geldi. Tamam artık o kadar küçücük değil lakin hala çok gururlu..Nayırrr ,nolamaz,napamam, katılamam şeklinde teklifini redediyorum. Tabi bende hava 1500.. Sen bizi zamanında bir kedi gibi kapının önüne koyar mısın ohhh olsun sana.

Kadınların arasında olmaya meraklı değiliz aslında.Çocuklarla pasta, börek yemek için evde durmak isterdik yoksa sokaklar bizim favorimiz. Annem yeme vakti gelince çağıracağım sizi derdi biz de kapı önünde oyalanırdık ne bilim pasta börek bitecek diye mi korkardık. Gerçekten de çağırırdı be annem, anne yüreği işte. Uçarak giderdik. Bize yere sofra kurulurdu aman ne de leziz olurdu. Yedikten sonra bizi bulana aşk olsun. Akşama kadar tüm sokaklar bizim.



O zamanlar günler hafta içi olurdu.(sürekli sabahçı olduğum için günleri hiç kaçırmazdım) Ve herkes birbirine yakın otururdu. Annemin samimi olduğu kadınlara teyze, daha az samimi olduklarına ise hanım teyze derdik. Gülten teyze, Fatoş hanım teyze.. Ha zamanla Fatoş hanım teyze Fatoş teyze oldu bu da samimiyete bağlı olarak değişti. Günlerin adı ise Altın günüydü.. Sonra dolar günü ,sonra Euro galiba bu aralar Türk lirasına takılıyorlar...

Annem pencereye  nöbetçi olarak dikerdi beni.Yani misafirler gelmeye başlayınca kapıyı açmam ya da açtırmam için. Sanki zil yok. Yok çalınmadan açılacak o kapıı..Annem çok tez canlıdır benim bu arada. Anneeeee kapıyı açç Hürmüz teyze geldiiiiii diye bağırdığımda dişlerinin arasından anırma eşek gibi derdi hey gidi günler. Macide teyze omuzlarına ince bir hırka atardı. O hırka hiçbir zaman giyilmezdi de omuza atılırdı. En çok da o komiğime giderdi. Misafirlerin çantalarından, poşetlerinden çıkardıkları süslü püslü terlikleri yok mu.. Artık ayakkabı giyiyorlar.

Sonra hemen hemen her gün birbirlerini gören teyzelerin, hanım teyzelerin siz nasılsınız, siz nasılsınız diye bir tur hal hatır sormaları yok mu o kısımda gülmeye başlardım zaten bu son gülüşüm  olurdu kapının önüne konurdum...

Zamanla teyzeler, hanım teyzeler taşınmaya başladı. Bazıları çok uzaklara. O mahallede sadece dört kişi kaldı insan özlemiyor değil.Birbirlerinden kopmamak için güne hiç ara vermediler. Ayda bir olsa da gün geleneğini devam ettirdiler. Sadece hafta içi değil de hafta sonları yapıyorlar artık. Eee torun sahibi olmak hiç kolay değil:)

Anneme gün sırası neredeyse on bir ayda bir falan geliyor. Eskiden daha geç gelirdi. Maalesef eksildiler. Aralarında ebedi istirahatlerine çekilmek için ayrılanlar var :( Anneme sıra geldiğinde mutlaka giderim bir saatliğine de olsa. Nasıl gitmeyeyim onlar benim en mutlu hatırladığım anıların bir parçası. Hey gidi günler...